Bir Kadın Gibi Düşünmek
Yaptığım her aktivitede yapmadığım diğer aktivitelerin suçluluğunu başımda hissetmekle beraber bu hissin de ne kadar kadına özgü olduğunu fark edip konuşmaya devam etmek istiyorum
Merhaba merhaba,
Bir süredir yazmak yerine tüm vaktimi okumakla geçirdiğim bir zaman geçirdim o sebeple yine döndüm dolaştım o rahatsız edici, boğaz düğümleyici, garip yerde buldum kendimi. Yazabilecekmiş gibi hissetmiyorum. Herhangi bir aktiviteyi yapmayı bıraktıktan sonra her geri dönüş böyle acemi hissettiren, elini kolunu koyacak yer bulamayacakmış gibi bir duygu getiriyor insana. Zaten çoğu zaman bir şeyleri yapmayı bırakmanın ya da hiç başlamamanın ana sebebi bu başlangıçta hissedilen rahatsızlığın içinde kalmak istemeyişten.
Aslında kendime yazdığım şartnamede her gün mutlaka yazmak, düşündüğüm o şeyi mutlaka kelimelere dökmek, keşfettiğim falanca şeyi herkesle paylaşmak gibi maddeler birikse de ardından koca bir her şeyi anlamsız bulma sahnesi giriyor filmime (kahramanımız cips yiyip tavana bakmaktadır).
35. yaşımda hayatı tanımlamamı isteseler; yaşamayı çok önemsemekle hiç önemsememek arasında bir hız treni içinde olmak derdim. O sebeple her gün kendime verip tutmadığım sözü bugün tutuyorum ve tüm rahatsızlık hissine rağmen trene geri biniyor ve bu yazının başına oturuyorum.
Daha önce yazı masamın önündeki ağaçtan bahsetmiştim sana, tüm yapraklarının döküldüğü ve çıplak kaldığı bir kış geride kaldı bile. Zaman inanılmaz hızlı geçiyor, özellikle doğayı detaylı izleme şansı bulunca daha iyi fark ediyor insan. Son bir kaç yıldır ben de doğayla daha uyumlu ve yavaş bir hayat akışını benimsemeye çalıştığım için kendi akışımı da, bu ara ara fotoğrafladığım ağacın süreciyle benzer buldum sanırım.
Yapraklarımın döküldüğü ve bugüne kadar konuştuğum, bildiğim, okuduğum, ilgilendiğim her şeyin benden kopup gittiği bir zaman yaşadım. Bu yitip giden halimin yasını da uzun bir süre tuttum gibi. Kendimi tanımladığım ve yapmayı sevdiğim pek çok şeyin artık bana keyif vermediğini kabul ettiğim ama bir başkasını hala mutlu ettiğini gördükçe de garip bir sızı hissettiğim uzun bir süre geçti. Sorunun aktivitede değil bende olduğunu düşündüğüm, eskiden aldığım hazzı özlediğim, önümde özendiğim bir örnek bulamadığım karanlık bir zaman bu. Üstelik biliyorum doğa bu acı hikayelerle dolu. Istakozların büyürken kendi kabuklarını kırmak zorunda kalışı, tırtılın kelebeğe dönüşmesi, yılanın derisini dökmesi, fidanın toprağı delip yüzeye çıkması falan filan hepsi ama hepsi keyif vermeyen, zorlayıcı ve sonu ışıkla biten hikayeler. Ama içinden geçerken bu bilgiye sahip olmak deneyimin zorlayıcılığını belki biraz teselli etse de kolaylaştırmıyor.
Uzun bir süreyi sadece okumakla geçirdim dedim ya spesifik olarak kadın hikayeleri, kadının toplumdaki yerine dair yazılar, araştırmalar, kitaplar okuyorum (Poor Things yazımı okuyanlar şaşırmadı). Zaten her zaman ilgimi çeken bir konu olsa da bu dönemde çok çok daha fazla bilgi sahibi olmak istediğim bir alan haline geldi kadın çalışmaları. Zaten genelde bir konu ilgimi çektiğinde onunla ilgili her şeyi bilmeyi istemek artık kendimde tanıdığım bir süreç. Bir konu hakkında konuşacaksam yeterli veriye sahip olmak çok önemsediğim bir şey. Tarihi, felsefesi, hukuku, kimliği, temsili her şeyi ama her şeyi öğrenmek istiyorum. Sanki hayatım buna bağlıymış gibi bir açlıktan bahsediyorum.
Yakın arkadaşlarıma bu ilgimden bahsettiğimde gözlerimden ya da sesimden bu konuyu ne kadar çok önemsediğimi fark edip dile getirdiklerinde anladım ki bir süre daha bu alanda seyahat edeceğim. Sanırım geçen sene Neymiş Bu Dişil Enerji? diyerek araladığım kapıyı tamamen açmış, içine girmiş yüzüyorum. Öğrendikçe toplumun ne kadar yanlış bilgilere sahip olduğunu fark edip celalleniyorum. İçimde büyük bir öfke uyanıyor ve öfkemin toprağın altında yayıldığını hissedebiliyorum. Ve aslında yazamayacak gibi hissetmemin en önemli sebeplerinden biri de bu konuda hali hazırda yazılmış ve konuşulmuş muazzam içeriğe şimdilik katacak bir şeyim olmayışından. Henüz bu ağaç gibi, yağan yağmurları içmekle meşgulüm.
Maya Angelou zaten en güzelini söylemiş;
Eğer kızgın değilsen, ya bir taşsındır ya da kızamayacak kadar hasta. Kızgın olmalısın. Acı içinde değil. Acı kanser gibidir. Ev sahibini yer bitirir. Hoşnutsuzluğunun nesnesine hiçbir şey yapmaz. O yüzden öfkeni kullan, evet. Sen yaz. Resmini yap. Dansını et. Protesto yürüyüşüne katıl. Oy ver. Onunla ilgili her şeyi yap. Konuş. Konuşmayı asla bırakma.
O sebeple bu konu hakkında henüz söyleyecek yeni bir şeyim olmasa da konuşmayı bırakmamak adına keşfettiğim bazı içerikleri bu yazının sonunda toplamak istiyorum. Toplamak istiyorum ki konuşmayı bırakmayan çok daha fazla kişi olalım, çünkü oranlara bakılırsa dünyanın daha çok kadının konuşmasına ihtiyacı var. Bir yerde okuyup ne yazık ki kaynağını not almadığım şu harika cümle de söyleyecek şeyleri bulmak adına bize yol göstersin.
“Özgüven cinsiyetsizdir, özgüvenli görünmenin sonuçları ise değil.”
Öneri kısmına geçmeden önce ağacımın son halini paylaşmadan bu yazıyı bitirmek olmaz ;)
DİNLE
Tıpkı benim gibi kadın hareketine büyük bir tutkuyla bağlı ancak benden çok daha bilgili olan sevgili Beste Demir Keki’nin hazırlayıp sunduğu feminizm tarihi podcasti bu dönem açık ara dinlemeyi en sevdiğim podcast. Hani Picasso’nun bir deyişi vardır, “Resmin kurallarını bir usta gibi öğren ki o kuralları bir sanatçı gibi bozabilesin” diye. İşte Beste’nin podcastini aynen bu şekilde özetleyebilirim. Konusuna o kadar hakim, o kadar bilgili ki dinleyicisini hiç sıkmadan, günümüz şartlarına uygun son derece kısa, öz ve damıtılmış halde sunuyor bize koskoca feminizm tarihini. Özellikle bu konuya yeni başlayanlar için altın değerinde.
OKU
1. Art Monsters, Laureen Elkin - 2.The Heroine’s Journey, Maureen Murdock - 3.How To Think Like A Woman, Regan Penaluna - 4. On Our Best Behaviour,
Benim son aylarda okuyup dolu dolu bilgiler edindiğim kitaplar bunlar. Hepsinin genel konusu ataerkil sistem içinde kadınların ve toplumun maruz kaldığı kısıtlayıcı ve belirleyici şartları anlatmak ve yaşadığımız hayatlara bu gözle bakmayı sağlamak. Ne de olsa tarihini bilmeyen geleceğini göremez. Toplum içinde kadın hareketi hakkında o kadar yanlış bilgiler hüküm sürüyor ki, örneğin çoğu erkek neden rahatsız olduğumuzu bile bilmeden yaşayıp gidiyor. Açıkçası kendi açımdan herhangi bir erkeği bu konuda eğitmek gibi bir kaygı taşıdığımı söyleyemem ama kadınların kendileriyle ilgili çok daha fazlasını bilmeleri gerektiğini savunduğumu belirtmek isterim. Ayrıcalığını yere bırakıp öğrenmeye açık olan erkekler de varsa şayet bunu okuyan, size kadehimi kaldırıyorum.
Önerdiğim bu kitapların ne yazık ki hepsi İngilizce ve Türkçe çevirileri sanıyorum yok ama imkanın ve ilgin varsa bence oku derim hepsine kefilim :) Eğer Türkçe olarak yazılmış bu konularda önereceğin kitaplar varsa da yorumlarda hem bana hem başka okuyuculara önerilerini beklerim.
İZLE
Bu içeriği nasıl anlatsam bilemiyorum (derin bir nefes), ama henüz kendisiyle tanışmadıysan internet aleminin lütfu, youtube içerik üreticiliğinin en üst noktası Natalie Wyn nam-ı değer Contrapoints’le tanışmanı isterim. Kendisinin hazırladığı tüm içerikleri izlemenin hayatına katacağı bilgi dağarcığı bir yana ben bugün sana son video makalesini önereceğim. Kendisini filozof olmayı terk etmiş biri olarak tanımlasa da (akademik olarak en azından) felsefi düşünce üretmeyi bırakmayan bu muazzam zihin, kadın olma deneyimini Twilight kitaplarının hikayesi üzerinden inceliyor. Twilight kitaplarını hiç okumadım, filmlerini de izlemedim zaten anlamak için buna gerek de yok. Natalie’nin bu hikayeyi kendisine aracı olarak neden seçtiğini videoyu izlerken çok iyi anlıyorsun zaten. Şahsen ben 2 kere izledim ve sanırım 3.ye de yürürüm gibi.
Şimdilik seni bu önerilerle başbaşa bırakıp okuldan gelecek olan kızımın yemeğini hazırlamaya gidiyorum. Bir yandan bunları düşünürken diğer taraftan katlanacak çamaşırlara, tamamlanacak iş dosyalarına, takip edilmesi gereken ödevlere, hal hatır sorulması gereken aileye, içini dökecek zamanın denk getirileceği arkadaşa ayırmam gereken zamanı planlıyorum. Hayatın ilgi alanın, işin, ailen, arkadaşların arasında bölük pörçük olup hiç bir şeyi tam olarak yapamamak oluşuyla barışmaya çalışıyorum. Yaptığım her aktivitede yapmadığım diğer aktivitelerin suçluluğunu başımda hissetmekle beraber bu hissin de ne kadar kadına özgü olduğunu fark edip konuşmaya devam etmek istiyorum. Bu hislerle barışmak için sen neler yapıyorsun?
Bu yazıyı beğendiysen hem yukarıda hem de aşağıda bulunan kalp işaretine tıklayarak ve beğenebileceğini düşündüğün diğer kişilerle paylaşarak bu platformun duyulması ve gelişmesine destek olabilirsin. Bunlardan birini ya da her ikisini de yapabilirsen mutlu olurum. Bana her zaman yorumlar aracılığıyla, erturknil@gmail.com ile mail üzerinden ya da instagramda @nilerturk hesabından ulaşabilirsin.
Nilcim, "işte yazının başına sen de böyle oturmalısın" dedirten bir yazı. Böyle ağızda yumuşacık tadı kalan limonlu pandispanya pastayı hatırlattı bana. Birincisi bağı iki taraflı da kesmemek, hep yazılarını görmek çok güzel gerçekten çünkü ben şimdi senin yazına bir okuyucun gözünle bakınca daha sık okumalıyım Nil'i diye düşünüyorum. İkincisi sen ceplerimde çok da bir şey yok dökecek diye başına oturduğun yazıda bile imbiğinden değerli değerli öz damlatmışsın, şu ara tam bir dolum yaşadığın çok belli. Çok sevgiler.
Oneriler icin tesekkurer :)