Yabancıyım, yabancısın, yabancı
"Yeniye bu kadar aç olan, yapan değil bakandır. Yeni olan kendi başının çaresine bakabilir." Phillip Guston
Geçtiğimiz ay Liza’nın sınıf gezisinde gönüllü ebeveynlerden biri oldum. Amacım hem Londra’daki sıradan bir okulda olmak nasıl bir his anlayayım, hem kızımın içinde olduğu ortamı göreyim hem de sosyal ortam değiştirmiş çocuğuma da fırsat bulmuşken destek olayımdı. Karşılaşacağım zorluğa da hazırlıklıydım bu arada, sonuçta bol çocuklu ortamın ne kadar yorucu bir yer olduğunu herhangi bir çocuk doğum gününe gitmiş her yetişkin bilir. Elbette tahmin ettiğim kadar enerji tüketici bir deneyimdi ama asıl bahsetmek istediğim şey burası değil. Orada diğer ebeveynler ve tüm çocuklarla beraber paylaştığımız ortak bir yabancı olma deneyimi, benim içinde bulunduğum bir şehirde yabancı olma deneyimiyle ilgili bir farkındalık daha getirdi bana.
Ben genel olarak kendini bulunduğu ortama yabancı hisseden biriyimdir. Eminim bir çoğumuz böyleyiz bu arada (Radiohead ver ordan bir Creep). Bu hissimle de dostuzdur bu arada, aramızdan su sızmaz. Nil’cim şu davetimiz var katılır mısın dedikleri anda kendisi hiç vakit kaybetmez, “kesin beraber gidiyoruz, ne giyeceksin şimdi, aman zaten çok fark etmez geçir üzerine bir şey, ben zaten hep yanında olacağım” tarzı konuşmalarıyla beni güzel bi balonun içine alır sağolsun. Çok tatlıdır… Dönüp baktığımda da aslında yaptığım çoğu şey o yabancılık hissinden doğmuş, bi yerlere ait olamadığım için kendi alanımı yaratayım bari diyerek mecburi bir istikamet çizmiş bana. O sebeple rahatsız olduğum bir şey değil yani.
Ve Londra’ya geldiğimden beri bahsettim ya, kendimi buraya çok ait hissediyorum. O yıllardır içimde olan ait olmama hissi bir puzzle parçası yerine oturmuşçasına, hiç garipsemeden tamamız diyor bana. O sebeple okul gezisinde o yabancı olma hissi bu kez çok farklı geldi bana. Bu kez gerçek bir yabancı olma hali ve o yabancılığın da değişmeyecek ya da yokmuş gibi davranılamayacak oluşu daha önce hissettiğim aidiyetsizliği de daha iyi anlamama sebep oldu. Yani eğer Türkiye’de olsam ve yine bir okul gezisinde bulunduğum yerde, kendimi uzaylı gibi hissetsem de uzaylı değilmişim ben de dünyalıymışım gibi davranmanın yollarını biliyorum sonuçta. Neticede ortak noktalarımız yokmuş gibi gözükse de temelde pek çok konuda aynı yerde ortak tecrübelerimiz var bir tarih paylaştığın insanlarla. Ama aynı durumda, herkesin birbirine yabancı olduğu, birinin Türkiye’den birinin Kosova’dan birinin Japonya’dan birinin İngiltere’den olduğu bir ortamda Temel fıkrası oluşturmak dışında beraber yapılabilecek çok az şey var gibi. Ve o anda anladım ki ben bunca zaman insanlara değil bir mekana ait olmayı arıyormuşum aslında. İnsanlara ait olma hissi zaten hiç aradığım bir şey değilmiş benim. O sebeple bu ekstra yabacı olma hissini paylaşmak hiç de korkutucu gelmedi bana. Ama yurtdışına taşınacağımı söylediğim bazı kişilerin sırf o insani bağları ve aidiyetleri sebebiyle taşınmak istemediklerini söyleyişleri de anlam kazandı benim için. Bakalım bu mekana aitlik, insanlara yabancılık hali nerelere götürecek beni.
İç huzur ve memnuniyet, büyük bir oranda, bireye kaltımsal olarak geçen tarihsel ailenin günün çevre koşullarına uyum sağlayıp sağlayamamasına bağlıdır.
Carl G. Jung
Geçen hafta uzun bir süredir gitmeye çalışıp vakit uyduramadığım Phillip Guston sergisine gidebildim sonunda. Eserlerin beni alıp götürdüğü yerler dışında, ressamın duvarda yazılmış olan bir söylemi de çok hoşuma gitti.

Bazen ben de paylaştığım şeylerle ilgili garip bir hisse kapılıyorum, neredeyse nefret diyeceğim ama böyle dönüp bakmak istemediğim, bir daha yüzünü görmek bile istemediğim şeyler oluyorlar. Belki de senden çıkana kadar içinde o kadar uzun bir süre yaşamış oluyor ki ondan kurtulmuş olmanın verdiği bir kaçma isteğidir bu. Tam da bu sebeple kendi “reklam”ını yapmakta çok başarısız biriyim. Genelde yaptığım bir şey varsa mümkünse hiç kimse görmesin ve o konu hakkında konuşmayalım isterim. Konuşacaksam da kendimi çok zorladığım içindir. Blogum dolayısıyla popüler olduğum bir dönemde gittiğim bir terapist bana mazoşist misin diye sormuştu çünkü kendimle ilgili bir şey paylaşmayı sevmekle beraber bundan aynı oranda acı duyuyordum. Çünkü paylaştığım şey yaptığım araştırmalar sonucu yazdığım bir makale ya da belgesel fotoğrafçılığı değil bizzat kendi kişiliğim. Bu da yanında belli bir şekilde gözükme isteğiyle beraber geliyor ve o ideal insan olarak gözükmediğini bilme cehenneminde yaşamakla beraber, bir de insanlara bu eksik haline davet etme gereği gerçek bir çaba gerektiriyor.
Ama artık bu konuda daha iyiyim. Yazılarımın sonuna okuyuculardan kalp isteyen ya da benim yerime sen paylaşır mıydın acaba diye sorular ekleyen biriyim şu an. Bende yarattığı mide kanseri opsiyonu dışında iyi gidiyoruz bence. Burası bana daha güvenli hissettiriyor paylaşımlarım konusunda.
O sebeple bu bitmiş, senden çıkmış ve eskimiş olma haline atıf yapılan bu betimleme bende ayrı bir yere kondu. Bugüne kadar da burada ya da başka yerlerde beni cesaretlendiren yorumlar bırakan benim eskiyen taraflarıma yeni bir gözle bakan herkese teşekkürler ve öpücükler gönderiyorum. Şimdi gidip bu yeni gözlerle kendi başınızın çaresine bakın hadi.
Bu yazıyı beğendiysen hem yukarıda hem de aşağıda bulunan kalp işaretine tıklayarak ve beğenebileceğini düşündüğün diğer kişilerle paylaşarak bu platformun duyulması ve gelişmesine destek olabilirsin. Bunlardan birini ya da her ikisini de yapabilirsen mutlu olurum. Bana her zaman yorumlar aracılığıyla, erturknil@gmail.com ile mail üzerinden ya da instagramda @nilerturk hesabından ulaşabilirsin.
Sevgili Nil, yıllardır seni takip ediyorum. İnanılmaz feminen küçük sevimli suratın, bazen maskülen bazen inanılmaz romantik benzersiz stilin bana hep ilham verdi. Yazıların ise şimdilerde sık sık gülümsetiyor. (Özellikle sergiden paylaştığın o metin okur okumaz ajandamın sayfasına not ettim.)Benden hissettiriyor. Reklam konusunda çok haklısın bence istiridye içinde bir incisin. Belki herkesin anlayamayacağı kadar özelsindir. Yeni yaşamının sana ilham verdiği çok açık. Gri ve yağmurlu Londra'da parlayışını izlemek keyif veriyor. İstanbul'dan sevgiler.
"Şimdi gidip bu yeni gözlerle kendi başınızın çaresine bakın hadi." :) çok iyiydi