2024 yılına çok iyi başladım diyen var mı etrafında? Burası benim alanım olduğundan ve sadece kendi deneyimlerimden yola çıkarak hayatı genelleme hakkım olduğunu düşündüğümden, bence yok demek istiyorum. Ben mesela baya hasta başladım yıla (herkes gibi) hala daha devam ediyor hatta. Burada ayrıntılarına girip can sıkmak istemem ama, bahsedeceğim şey de bu hastalık sebepli uzun bir yatak istirahati yapmak zorunda kalışımın sonucu. İlaçlar sebebiyle de bu yatışın gerçek anlamda bir HİÇBİR ŞEY yapmama deneyimi içermesi. Burada daha önce de konuştuk aslında, hiçbir şey yapmamanın ne kadar korkutucu ve rahatsız edici olduğunu, ama bir o kadar da ihtiyaç duyduğumuz bir şey olması konusunu.
(YUH TARİHE BAK, TAM OLARAK 1 YIL ÖNCE 😳).
O yüzden bilmediğimiz sular değil buralar biz de bu konuların üzerinden geçtik yani kızım (çok ilaç içtim…) Her neyse diyordum ki o kadar gerçek bir hiçbir şey yapmama deneyimi yaşadım ki ben, kendi özgür irademle, en son üniversitede yaptığım bir şey yaptım, ve bilgisayarıma Sims indirdim. Komodinimde duran Susan Sontag’ın günlüğünün yüzüne baka baka yaptım bunu. Ve belki tam da bu sebeple uzun zaman sonra ilk kez durduğum anda kendime entellektüel, fiziksel ya da gelişimsel herhangi faydası olmayan bir şey yapmaya teslim ettim kendimi. Bir yandan da oyundaki karakterleri kontrol edebiliyor olmak da sahte bir hayat hissi verdiğinden bilgisayar oyunlarının terapötik kazanımını da cebime koydum (yine fayda ilişkisi içindeyim hof). Sonra dedim ki kendi kendime bir dakika, ben bunu sağlıklıyken de yapabilir miyim acaba, olabilir mi böyle bir şey? Kendime belli bir süre her boş anımı “değerlendirme” baskısı yapmasam, fayda içeren içerik (kitap, film, makale, ders, belgesel, araştırma aklınıza ne gelirse) tüketmek yerine bir şey tüketmesem mesela.
Sanki bu fikre kapılınca vücudumda hiç bitmeyecekmiş gibi hissettiren hastalığım iyileşme yoluna gitti gibi geldi bana. Ama bunu kendime ilk söylediğimde kafamda hemen Müge Anlı izleyen biri olacağım, arkadaşlarımla konuşacak hiç bir şeyim olmayacak ve muhtemelen kocam da bir süre sonra benden boşanacak gibi düşünceler canlandı.
Yine kendine terapi, yine kendine keşif, yine düzeltilecek bir kusur daha buldum yaşasın. Bilmiyorum ne kadar yapabilirim bunu ama gerçekten bu ara dünyadaki her şey gibi içerik takip etmek de çok fazla geliyor bana. İyi güzel hoş bir sürü substack e üye olduk, master class harika, podcast konukları olacak iş değil, hepsi de güzel bir şeylerden bahsediyor ama bir insanın alamayacağı kadar çok fikir var etrafımızda. Bu da onlardan biri ve belki sen de bazen okurken çok fazla geldiğini hissedip kapatıyorsun burayı mesela. Oluyor bu, hepimiz içerik yorgunuyuz. Hayat yorgunluğu yeterince yokmuş gibi… Sosyal medya tarafına girmiyorum bile, instagramı her açışım anksiyete atağına sebep oluyor ama bu atakları bastırmayı inanılmaz iyi başaran bir baş etme mekanizması geliştirdiğimiz için çok da anlamıyoruz bir yandan bize yaptığını. Benim kullanımım zaten algoritmaların radarından geçmediği için artık yan komşum 70 yaşındaki Catherine ile aynı görüntülenme sayısına falan sahibim zaten. İşte sen, ben, annem, kocam falan görüyor paylaştıklarımı, e o zaman da insan ben burada ne yapıyorum diyor. Düşünüyorum internet öncesi zamanda “içerik” üreten insanlar içeriklerinin duyulmasını nasıl sağlıyordu. İnanılmaz değil mi mesela 1957 yılındasın, evinden çıkmadan bir şeyler üretiyorsun, internet diye bir şey yok ve Hindistan’da birisi senin kim olduğunu biliyor. Ne? Nasıl? O kadar unuttuk ki, sosyal medya olmazsa sanki biz de var olmayacak, birbirimizden haberdar olmayacakmışız gibi geliyor artık. Bir yerde öyle elbette, bu sayede çok daha zenginleştik ama bir taraftan da birey olarak kapasitemizin üzerinde bir maruz kalış yaşıyoruz. Bir şeyleri spontane olarak keşfedemiyoruz çünkü kaşık kaşık tüm nutella kavanozunu bir oturuşta bitirmişiz (bildiğimden değil, öyle diyorlar) gibi bir his veriyor bu içerik bombardımanı.
Yani internetin getirdiği daha geniş spektrumlu ve hayat konulu içerikler de 1 adet nutella kaşığı kadar kalmalı sanki. Tıpkı sağlıklı bir beslenme rutini gibi karbonhidratını, sebzeni, bakliyatını, etini, şekerini dengeli bir şekilde tüketmek gibi olmalı kendimizi maruz bıraktığımız insan fikirleri de. Şu an tüm dünya bu saldırganlıktan ötürü hem mecazi hem de gerçek anlamda şeker hastası. Ben de biraz sağlıkla kafayı bozmuş wellness influencerıyım bu bağlamda. Sistemime “fayda” sağlamayacak hiçbir şeyin girmesine izin vermeyerek kendimi soktuğum zihinsel kıtlığı biraz da diğer türlü zihinsel kıtlığa (off kelime oyunuuuu) kaydırmayı deneyeyim diyorum.
Açıkçası bu deneyimin boşluğuna ve amaçsız gözüken amacına dayanabilecek miyim emin değilim ama tabağıma daha dengeli bir içerik alımı koyup, aralıklı oruç denemek istiyorum. Bu süreçte kaçıracağım çok değerli ve güzel içeriklere üzülmeyip, bu yaşa kadar şunu bunu okuyup bitirmiş olmam lazımdı diye düşünmeden, bana verilen hayatta yapabildiğim bu kadar ben de sıradan bir insanım kendimle ilgili büyük hedefim de sadece var olmak diyebilir miyim acaba. Zaten birebir aynı içerikli konuyu 1 sene önce yazdığıma göre zaman diye bir şey yok, her şey kendini tekrar ediyor ve hepimiz birer Sims’iz. Beni kontrol eden varlık da şu anda benim bilgisayar başında blog yazmamı izliyor. Birazdan da kişisel ihtiyaçlarımı giderir sağolsun. Seninki nasıl, hayat seçimlerinin yanlışlığıyla eğlenen biri değil umarım?
Bu yazıyı beğendiysen hem yukarıda hem de aşağıda bulunan kalp işaretine tıklayarak ve beğenebileceğini düşündüğün diğer kişilerle paylaşarak bu platformun duyulması ve gelişmesine destek olabilirsin. Bunlardan birini ya da her ikisini de yapabilirsen mutlu olurum. Bana her zaman yorumlar aracılığıyla, erturknil@gmail.com ile mail üzerinden ya da instagramda @nilerturk hesabından ulaşabilirsin.
Çocuğunu onda gördüğü potansiyele doğru uçması için çatıdan atan ebeveynin eminliğiyle... bu ve bunun gibi bir sürü baskında özgürleşmek, kendi potansiyelini gerçekleştirme ve hep kendini geliştirme ihtiyacı duymadan, sanattaki stilness gibi, sonra merak kuruduğu yerden yine yeşilleniyor. tadını çıkarın, yazı yine çok güzel, hiç birşey yapmadığınız halinizde yine birşey yapıyorsunuz.
30+ ekip olarak hepimizin duyguları karmakarışık mı darmadağınık mı bilemiyorum. Açık olmak gerekirse dönem dönem inbox'a düşen bu yazılarla kendimi özel hissediyorum. Çünkü içerik yorgunluğu, bu özel hissetme duygusunu da çalıyor bizden. Eskiden tv izlememek çözüyordu işi... Şimdi üretmenin ya da takipçi olmanın olmanın neresindeyim hiç bilmiyorum. Bu yorumu yazmak için üşenmeyip siteye üye oldum. Çünkü dm'den "yazınız da pek hoş" demek kimseye iyi gelmiyor artık. Sevgiler.