Lüks Yıkama
Lüks milyarderleri, ürünün ne olduğuna değil, neyi temsil ettiğine odaklanmaya başladılar.
Hayırlı olsun, artık lüksün tanımını resmi olarak zamana sahip olmak olarak değiştirebiliriz çünkü yıllardır lüks denince akla gelen ilk şeyler olan kısıtlı, ulaşılması zor, yüksek kaliteli gibi anlamlar son 20 yılda birer birer anlamlarını yitirdiler. Neden yitirdiler? Çünkü lüksün yanına kondurduğumuz markalar lüksün anlamını yediler.
Dana Thomas’ın bu konu hakkında yaptığı şu yorumu 1 sene önceki QP dergisi yazımda da paylaşmıştım
Son kırk yılda lüks alanında değişen tek şey, ana odağın karlılığa dönmesidir. Eski günlerde, lüks markalar özel olarak sahip olunan şirketlerdi, sahipler kar elde etmeyi önemserlerdi ancak temel amaç en kaliteli ürünleri üretmekti. Ancak milyarderler devraldığından beri, bu amaç yerini benim “lüks kültü” olarak adlandırdığım bir olguya bıraktı. Bugün, lüks marka ürünleri beyzbol kartları gibi toplanıyor, sanat eseri gibi sergileniyor, ikonografi gibi sunuluyor. Arnault ve diğer lüks milyarderleri, ürünün ne olduğuna değil, neyi temsil ettiğine odaklanmaya başladılar.” Dana Thomas
Bu hafta yayınlanan YSL’in son instagram kampanyası, bu kendi kuyruğunu yiyen yılan olgusunu iyice gözler önüne sermiş bence.
Modanın gittikçe anlamını yitirdiği ve sanat olmaktan çıktığı, ama bir yandan da günümüz toplumunun ruh halini en iyi yansıtan içerik olması açısından da sanata en çok yaklaştığı yerdeyiz gibi hissediyorum. Bir kaç gün önce Amerikan Vogue’un youtube kanalında yayınlanan Jerry Saltz ile Marc Jacobs sohbeti sırasında modanın bir sanat dalı olduğunu söyleyen sanat eleştirmeni Saltz’a, Marc Jacobs şöyle cevap veriyor, modanın sanat olduğunu sen söyleyebilirsin ama bir moda tasarımcısı bunu söylediğinde ona bu ne cüret derler ve kendisini büyük bir sanatçı olarak konumladığı, üstünlük tasladığı için kötülenir.
Sanırım yaşamak için herkesin giyinmek zorunda oluşu kıyafeti bir zorunlu tüketim ürünü haline getirdiği için bu ürünü ulaşılmaz ve sanatsal hale getiren kişilere, toplumun geri kalanına haksızlık ediyormuş gibi bakılıyor. Bir tasarımcının yarattığı sanatsal ağırlığı olan bir objeyi ne kadar çok çoğaltırsak anlamını o kadar yitiriyor ve topluma ait oluyor sanki. İnsanların bir şeylerden öc alır gibi alışverişe yönelmesini böyle açıklıyorum galiba. Konuyla ilgileniyorsan Walter Benjamin’in The Work of Art in the Age of Mechanical Reproduction (Mekanik Yeniden Üretim Çağında Sanat Yapıtı) makalesini araştırmanı öneririm.
İnternet ağının yani bilginin, toplumun her köşesine girmesinin ardından eskiden sadece varlıklı kişilerin sahip olduğu, “entitlement” erişim hakkı olduğunu düşünme, toplumun tamamına yansıdığı için herkes lüksü en kolayından bir tüketim aracı olarak benimseyip ona erişim hakkı olduğunu savunma peşinde. Markaların da bu anlayıştan maksimum karı elde etmek için kolları sıvaması son derece doğal.
YSL’in instagram filmini izlediğimde tıpkı Dana Thomas’ın dediği gibi ve yer aldığı platformun ruhuna uygun olarak ürünün ne olduğuna değil neyi temsil ettiğine dair inanılmaz bir çaba sarf edildiğini düşündüm. Bir jenerasyon için kendileri lüksün tanımı haline gelmiş Chloe Sevigny, Charlotte Gainsbourg gibi yerleşmiş isimleri yeni jenerasyonun popüler isimleriyle bir araya getirip, analog filmlerin zamanına duyulan nostaljik özlemle karıştırıp içine yeni fantezi öznesi kitap okuma alışkanlığını eklediğinde ortaya süzülmüş bir lüks tüketim anlamı çıkıyor, yersen…
80 ila 100 yıl öncesinde neredeyse hazır giyim koleksiyonları bulunmayan, kişiye özel üretim yaparak kendilerine isim yaratmış bu markalar, şimdi hızlı moda markalarının iş modellerini benimseyerek koleksiyon ardına koleksiyon çıkartırken dünyanın her yerine ulaştırdıkları ürün gamlarının pazarlamasını o basit ve yavaş dönemlerdeki kişiye özel olma hissini romantize ederek maskelemeye çalışıyorlar. Buna Lüks Yıkama diyebilir miyiz? Bak ilk kez burada duydun bu terim çoğalırsa ™ benimdir şimdiden söylüyorum!
Yine çok değil 100 yıl önce sadece varlıklı insanların sahip olduğu bir hak olan kitap okuma, okuyabilme şimdi o kadar da bir seçkinler klübü aktivitesi olmasa da hala akılla ilişkilendirilen ve her şeyin hızdan ibaret olduğu dünyamızda hızlandıramadığımız ya da yerine bir şey koyamadığımız nadir aktivitelerden biri. Ne de olsa zamanla elde edilmesine alışık olduğumuz fit bir beden, kabarık bir banka hesabı, aşk ilişkisi gibi şeyler onları elde etmeyi hızlandıran ozempic, nft, tinder gibi türlü "çareyle" ihtiyaçların kendilerine değil onların temsillerine ulaşmamızı sağlayan olgular olarak hayatlarımıza girdi. Bu da gerçek olanı değil gerçek olanın temsilini elde etmeye odaklanan bir toplumda yaşamamıza sebebiyet verdi. Ancak gerçekten kitap okuyan bir insanın sahip olacağı iç görüyü kopyalamak hala mümkün değil, yapay zeka kitap özetleri okuyanlara kötü haber. Kitabı okumadan kitap okuyan kişi olarak görülmeyi istemek, olmak istediğimiz kişi gibi giyindiğimizde o kişi olduğumuzu düşünmek bu ayna dünyanın yapısından ibaret.
Bu, çağımızın temelindeki bataklığa, ekranların mavi ışıltısında sürdürülen yaşamların sanal doğası olan söylemek, tıklamak, yayınlamak ile bedenlenmiş emeğin gerçekliği olan, araştırmak, hasat etmek, lehimlemek, dikmek, fırçalamak, kutulamak, taşımak ve tüm bunları mümkün kılan petrol, gaz, kömür, bakır, lityum, kobalt, kum, ağaç gibi materyalleri kullanmak arasındaki kafa karışıklığına işaret ediyor. Gerçekliğin dünyası ile öteki dünya arasında neredeyse şiddetli bir kopuş hissi var.
Naomi Klein
Andy Warhol’un vizyoner öngörüsünün tam ortasındayız. Her gün her hangi biri, dünyanın her hangi bir yerinde 15 dakikalığına ünlü oluyor ve bu ün, lüksün tam karşıtını temsil ediyor. Baktığımız mavi ekranlarda gerçek insanların iyice silikleşmesi, tek önemsenen şeyin skandal ya da şaşılası bir durum olması sebebiyle herkes hayatın normal ve yavaş akışını dayanılmaz buluyor sanırım. Telefonumuzun içindeki heyecan verici içerikler muhtemelen avcılık içgüdülerimizi tetikliyor ki hemen sonrasında kedi gibi uyuşup dinlenmek istiyor ve bu iki hal arasında gidip geliyoruz ama gerçekte avlandığımız yok tabi. Bu sadece bir illüzyondan ibaret. Yaşanan gerçek hayat değil, onun ilüzyonu. Birinin üzerinden yaşamak adeta. Kendi deneyiminin peşinden koşmak yerine yaşayan başkasının hayatına bakarak tamamlanmayı istemek. Sonra o kişi üzerinde seni ben yarattım diye bir hak görmeye kadar gidiyor bu iş.
Elbette her çıkışın bir inişi olduğu gibi bu hızlı yaşamanın ve kronik derecede online olmanın da bir antitezi illa ki oluşacak, ve görünen o ki yaşadığımız dünyada artık en ulaşılmaz gözüken ve bir lüks olarak algılanan en önemli şey yavaşlayıp durmak olacak.
Çünkü yavaşlayabiliyorsan eğer, hızlı çalışman gerekmediği kadar paran, içinde durmaktan keyif alabileceğin kadar iyi bir ortamın ve herkesin zihinsel hastalık yarıştırdığı günümüzde seni bunaltmayan ve odaklanmana izin veren bir zihnin var demek. Çünkü yavaşladığında dürtüsel tüketim yapmıyorsun, bu sebeple paran cebinde kalıyor, toksik ortamları daha iyi fark edebildiğin için ortamını temizliyorsun ve beden-zihin bütünlüğüne önem verip beslenmeyi ve hareket etmeyi önceliğin haline getiriyorsun. Bu da pek çok zihinsel engeli kaldırıp seni daha sağlıklı yapıyor. Ya da sadece bunlara sahipmiş gibi davrandığın 3 saniyelik anları sosyal medya hesabında paylaşabilirsin tabi.
İşte sana lüksün yeni tanımı. Nasıl beğendin mi?
Bu yazıyı beğendiysen hem yukarıda hem de aşağıda bulunan kalp işaretine tıklayarak yazımın daha fazla insana ulaşmasını sağlayabilir ve beni çok mutlu edersin! Ayrıca beğenebileceğini düşündüğün diğer kişilerle paylaşarak bu platformun duyulması ve gelişmesine destek olabilir misin? Bunlardan birini ya da her ikisini de yapabilirsen katkına müteşekkir olurum. Bana her zaman yorumlar aracılığıyla, erturknil@gmail.com ile mail üzerinden ya da instagramda @nilerturk hesabından ulaşabilirsin.
Lüksün tanımını beğendim sevgili Nil.
Hemen kendi hayatımı gözden geçirdim. Bahsettiğin markalara karşı çok önceden belki şakayla karışık bir channel olmasa da gibi şeyler eklerdidim, birisi üzerimde bir şey beğendiğinde. Bunların benim için hiç bir önemi yok artık. Öyle ki sosyal hayatımda ağzıma bile almıyorum. Öyle ki o büyük markaların ne koleksiyon çıkardığı bile dikkatimi çekmiyor. Dikkatimi daha çok sıradan parçalarla, renkli ve karekterlerini ortaya koyanlar çekiyor. Hatta ikinci elden alınanlar. Bir kıyafetini tekrar tekrar farklı şekilde kullananlar. Şimdi minik bir kızım var ve ona ısrarla yeni ürün almamaya çalışıyorum. Ya örüyorum, dikiyorum ya da arkadaşlarımın bebeklerinin kıyafetlerini giyiyor… Burda ona aşılamaya çalıştığım şey kıyafetleriyle onu sevmeyeceğim. Onu o olduğu içim sevmek. Bir şeyleri bebek için satın almak, sürekli sürekli sürekliii sonu yok. Farketmeden ona aşılanacak gereksiz tüketim. Bu da ayrı bir konu bebeklere alınan, çıngıraklar, uyku arkadaşları, losyonlar, sesli peluşlar aman tanrım bu bir çılgınlık. O sadece bir bebek tek ihtiyaç anne ve baba ve güvenli bir yuva.
Sadece pijama ile yaşayabileceğimiz bir dünya olsa keşke. ❤️ Bence esas lüks bu 🫠
Yazılarını okuyorum ve çok beğeniyorum. iPhone Se sürümünde yükleyemedim subs. Mail den okuyordum. Yılmadan devam ettim. Sonunda eşimin yeni nesil İPad mi diyorlar işte ona subs. Yüklettim şimdi daha rahat. Belki ben de bir şeyler yazarım.
Sevgiler Zeynep
Lüks yıkama gerçekten çok iyi olmuş. Her olgunun gerçeğinin değil de yıkamasının sunulduğu tam bir “post-truth” dönemi yaşıyoruz. 🥸