Kolay yolu seçmek
Sonra kendime dönüyorum, acaba neleri çok kolay olduğu için, neleri zor geldiği için bıraktım. Kime göre zor, kime göre kolay, bunları doğru seçebildim mi?
Bu bültenin tamamı kullandığım pek çok görselin yüklü boyutu sebebiyle email üzerinde tam olarak açılmayabilir. Hepsini okumak için üzerine tıklayıp websitesinden açmanı öneririm. İyi okumalar
Kolay yolu seçmekle, sadece senin hayatın için doğru olduğundan dolayı sana kolay gelen şeyi seçmek arasındaki farkı nasıl bileceğiz?
Yine ne garip şeyler düşünüyorsun Nil’cim derdimiz bu mu şimdi, diyorum kendime ama ne yapayım bana atanmış beyin de bu şekilde çalışıyor işte. İnsan yaş aldıkça kendini daha iyi tanıyor bir yandan da bir çocuk yetiştiriyorsa bu gibi fani sorular gece uykuları kaçırmak için birebir çalışıyor. En azından benim gece kalkıp aldığım notlar böyle oluyor, gündüzleri ise kendimi alet çantasındaki en işlevsiz alet olan ingiliz anahtarı gibi hissediyorum. Ebeveynlik yolculuğumda adapte olmakta en zorlandığım konu, beynimin geceleri uyanan gündüzleri çalışmayan bir yapıda olması. Gece insanıyım yani, tüm hayatım boyunca da öyle oldum. Çocukluk hikayelerim benim ne kadar geçe kadar oturan, uyumayan bir çocuk olduğumla ilgiliydi. Her zaman dünyanın kurulu düzeni benim yapıma uygun olsaydı ne kadar çok şey başarabileceğimi düşündüm. Kendimi en “kendim” gibi hissettiğim zamanlar gece 12’den sonra gelir bana, hayat canlanır, sisler dağılır, yapabileceklerimin sınırı kalkar sanki. Gündüzleri çalışılıp geceleri uyunan dünya düzeninde bu yapıda olmak illa ki zor olsa da, kendi başınayken insan bir şekilde altından kalkıyor, uyumuyor, geç uyanıyor, kendi düzenini kuruyor vs. ama işin içine bir çocuk eklediğin zaman zaten kendine ait olmayan dünya tamamen senden alınıyor sanki.
Zaten anne olmak yeni bir kimlik sahibi olmak demek, bu sefer gizli bir fermuarın içine sıkıştırdığın kişisel gece vakitlerine fermuarı açıp girmek de sorun olmaya başlıyor. Komple bir kimlik kaybı… Gündüz vakitleri, zaten baştan buraya ait değildim dediğin o yer, sığmaya çalıştığın tek alan oluyor. Ama etraf çok aydınlık, saklanacak hiç bir yer yok. Her şeyin sınırı belli, herkes uyanık, herkes orada, bu benim, bu senin, kurallı çok kurallı. Güneş o kadar parlak ki bembeyaz ışığı üşütüyor insanı. Ama gece öyle mi, sıcak bir kere, içine adım attığında ılık bir suya girmişsin gibi gevşetiyor insanı. Her yöne gidebilirsin, gözükmüyor ki hiç bir şey. Nerede durman gerektiğini söyleyen, seni çekiştiren, kuralları koyanlar yok orada, hepsi uyuyor, şşt uyandırma.
Sabah olduğunda üzerime giydiğim kostümün bende yarattığı hissi, Miranda July’ın yakında Türkçe çevirisi de yayınlanacak harika kitabı All Fours’da yazdığı şu cümleyi okuduğumdan beri daha iyi tanımlıyorum
Saat beşte, astronot Buzz Aldrin'in aydan döndükten hemen sonra bulaşık makinesini boşaltmaya hazır olması gerekiyormuş gibi, eve tekrar girmeden önce bilinçli olarak kendimi aşağı indirmem gerekiyor. Ay hakkında konuşma, kendime hatırlatıyorum. Herkese günlerinin nasıl geçtiğini sor.
Kendin olmak öyle bir yere uçuruyor ki seni, dünyadaki diğer insanlarla iletişim kurabilmek için aydan dünyaya inmen gerekiyor sanki. Ay, hakkında konuşabileceğin bir yer de değil, sadece bir halden ibaret. Zaten günün keşmekeşi içerisinde ona yer de yok, gitmenin amacı da o. Zor olan bu dengeyi kurabilmek.
Bu sırada kendimi çocuğuma sürekli olarak kolay yolu seçmeyen biri olmasını sağlayacak öğütler verirken buluyorum. Evet tembel olmak, bütün gün televizyon izlemek, tüm işlerini başkalarının yapmasını beklemek çok kolay, ama basit şeyler seni aptallaştıracak, beceriksiz biri olmana ve her şeyin zor gelmesine sebep olacak gibi konuşmalar yapıyorum. Birine öğüt verirken aslında hep kendimizle konuştuğumuzu düşünüyorum. Beraber izlediğimiz bir belgeselde çok güzel anlatılan o metaforu hatırlatıyorum ona; yeni bir şey öğrenirken zorlanmanın sebebi o sırada beyninde yeni bağlantılar oluşuyor olması. Bir kum tepesine yukardan su döktüğünü hayal et, o su kumun tepesinden aşağı doğru bir yol açılmasına sebep olacak, işte beyninde olan şey bu, daha önce orada olmayan bir yol açılıyor ve bu süreç acı vericidir.
Sonra kendime dönüyorum, acaba neleri çok kolay olduğu için, neleri zor geldiği için bıraktım. Kime göre zor, kime göre kolay, bunları doğru seçebildim mi? Hani deniyor ya aslında size yapması kolay gelen şey asıl amacınız, hayatınızı yönlendirmek için içinizden gelen yol haritasıdır diye. Elbette biri roket mühendisi olurken diğerinin pazarlamacı olması ve iki kişinin de yaptığı işte çok iyi olması sadece iyi bir eğitime ya da çok çalışmaya bağlı olamaz. İçerden gelen bir kolaylaştırıcı etken de olması gerek. Dışardan baktığında çok zor gözüken şeyleri kolaylıkla ve neşeyle yapan insanlar olurken çok kolay gözüken bir şeyi nefret ve beceriksizlikle yapmak mümkün.
İnsanlar arasında şu şekilde geçebilecek milyonlarca sohbet olabilir
- Yurtdışında yaşamak nasıl, yalnız hissetmiyor musun? Benim için çok kolay, ama bir başkası için kabus olabilir.
- Her sabah 5’te kalkıp nasıl köpek gezdiriyorsun çok zor olmalı! Benim için mutluluk sebebi ama uyumayı seven biri için kötü olabilir
-Her gün 3 çocuğa yemek hazırlamak çok yorucu olmalı! Aileme bakım vermek bana keyif veriyor ama sade yaşamayı seven biri için zor olabilir.
-O kadar kalın kitapları nasıl okuyorsun? Sürekli öğrendiğimi hissetmek bana iyi geliyor, ama okumaktan sıkılan biri için yorucu olabilir.
-Nasıl bu kadar zayıf kalıyorsun? Haftada 4 gün spora gidiyorum, alkol, şeker ve karbonhidrat tüketmiyorum, hayatım bunlardan keyif alan biri için tatsız olabilir.
Yani önce bize neyin kolay geldiği, mutluluk verdiği ya da heyecan hissettirdiğini hafife alıp, kendimizi eksik hissettiğimiz ve bizde olmadığı için hatalı olduğumuzu düşündüğümüz konuda başkalarının iyi yaptığı şeyleri kopyalayarak tamamlanmaya çalışıyoruz. Kulağı tersten tutmak gibi bir şey. Çünkü muhtemelen benim gibi bir anne ya da baba, bir öğretmen ya da toplumun kendisi keyif aldığımız şeyleri vakit kaybı gibi algılamamıza sebep olurken, başkalarının değer verdiği ideallere doğru bizi ittirmiş olmalı.
Tembellik yapma hissiyle, bize kolay geldiği için bir şeyi yapabilme arasındaki farkı anlayabilmek bu sebeple çok zor. Bazen aynı şeyleri bambaşka sebeplerle yapıyor olabiliyoruz. Birisinin amacı kendini iyi hissetmek olurken diğerinin amacı o işi yapıyor olmanın getirdiği ikincil faydaya sahip olmak olabiliyor örneğin. Ve ben bu durumda bir şeyi bana kolay geldiği için yaparken onu değersiz görmeye başlıyorum. Ve gözlemlediğim kadarıyla başarılı ve mutlu insanlar sadece kendilerine kolay gelen işleri değersiz görmeden peşinden giden ve onlardan bir anlam yaratan insanlardan oluşuyor.
Popüler kültür birilerine bir şeyin kolay geliyor olması ve o diğer gelmeyenlerin de ona benzemek isteyişi arasındaki alışverişten ibaret. Evde sıfırdan jelibon, mısır gevreği ya da granola yapan çok çocuklu, bol makyajlı, büyük mutfaklı geleneksel ev kadını influencerları, zayıf olmayı tüm kimliği haline getirip beslenme reçetesi satan fitness guruları, ayda 50 kitap okuyan kitap yorumcuları, her gün yeni bir cilt bakım ürünü ya da kıyafet kutusu açan moda hesapları, falanca yatırımla 3 ayda 5 ev almış finans danışmanları derken her birine aynı anda maruz kalan masum köylüler kafası kesik tavuk gibi ordan oraya koşmaya ve bir seçim yapmaya çalışıyor. Hayat seçimlerimizin kolaylıktan muaf olması gerekmiş gibi çoğu zaman uzanabileceğimizin biraz daha ötesinde bekleyen amaçlara doğru yükselmeye çalışıyoruz.
İç durumumun yoğunluğuna uygun dışsal bir şey
Üniversede Cindy Sherman’ın kim olduğunu ilk öğrendiğim zaman ondan aşırı etkilenmiştim. Şimdi geriye bakıp düşündüğümde bir sebebi onun o zamana kadar fark ettiğim ilk kadın sanatçı olması bence. Ondan önce, elbette ki dünyanın her yerinde olduğu gibi, ağırlığı erkek sanatçılara/figürlere yer verilmiş bir eğitim hayatının ardından, eksik olduğunun farkında bile olmadığım bir kadın bakış açısı gördüğümde ne kadar heyecanlandığımı hatırlıyorum. Onun kendini karakterden karaktere, kimlikten kimliğe değiştiren ve “normal” algısına meydan okuyan imajları beni kendi fotoğraflarımı çekmeye, kıyafetlerimle bir hikaye anlatabilme isteği duymama ve blog yolculuğumu başlatan ilk kıvılcıma sebep oldu. Ve yine aynı dönemde keşfettiğim Miranda July’ın kendi kimliğiyle, dışardaki dünyanın beklediği davranışlar arasında kalma hissini anlattığı filmleri de sıcak bir battaniye gibi hissettirmişti bana.


Geçtiğimiz günlerde hayatıma dokunmuş bu iki kadının sohbeti Art News üzerinde yayınlanınca ne kadar heyecanlandığımı tahmin edersin. Sohbetin tamamı benim için hayli ilham verici olsa da özellikle bir cümlesi yine not defterime benimle geldi. Miranda July’ın sanatı için kendisini korkutucu ve zorlayıcı yerlere özellikle itiyor olması hakkında Cindy Sherman ona, sen riskli durumlarda şahlanıyor gibisin diyor. Ve Miranda da şöyle cevaplıyor,
Sanki risk, herhangi bir şey yapmama izin veren şey. Bahisler yüksek değilse, kelimenin tam anlamıyla hiçbir şey yapmam, sadece felç durumunda bir tür uğultu beyni olurum. Sıradan görevler beni gerçekten bunaltıyor. Ama ölüme meydan okuyan, imkansız gibi görünen bir şey, bir ayağımı diğerinin önüne koymamı sağlıyor. Belki de iç durumumun yoğunluğuna uygun dışsal bir şeye ihtiyacım var.
O kadar doğru bir anlatım ki, kendimi en başarılı ve en çalışkan hissettiğim tüm zamanlar böyle bir Görevimiz Tehlike sahnesi gibi yüksek beceri gerektiren işleri ardı ardına yapabildiğimi hissettiğim ama bağlı olduğum o ince ipin de her an kopabileceğinin farkında olduğum zamanlardı. Dışardan çok zor ve imkansız gözüken pek çok şeyi kolaylıkla ve keyifle hallederken, çok daha basitleştirilmiş durumlarda paralize olduğum ve amaçsızlığımın içinde boğulduğum da oldu. Örneğin 2018 yılında kendi kendimize Amsterdam’a mağaza açalım diye yola çıkıp, 1 yaşında bebekle önce banka hesabı açmak sonra ev tutmak, mağazayı açılışa hazırlamak için Amsterdam’a gidip gelirken, bir yandan Türkiye’deki marka işlerine, emzirmeye, vize işlemlerine, dükkanı düzenlemeye ve bunlar boşa giderse tüm birikimimizi kaybetme ihtimalimiz olması hissiyle müthiş bir adanmışlıkla çalışabilirken, ev işlerini eşit hatta bazen daha fazlasını üstlenerek benimle paylaşan bir eş sahibi, işleri yürüten bir ekip ve çocuğuma bakacak insanların olduğu bir evde uyanmanın bana verdiği kilitlenme hissini açıklayacak bir anlayışım yok. Ya da tüm içerik üreticilerinin verdiği linklerle servet sahibi olduğu zamanlarda benim bu kadar kolay para kazanmayı gerçek anlamda çok zor bulup yapamamamı ve paralize olmamı açıklayamıyorum bazen.
Ama Miranda bu sözüyle duruma yetişiyor, iç durumumun yoğunluğuna uygun dışsal bir şeye ihtiyacım var.









Olabilecek en iyi versiyonumuzu ortaya çıkartmak
Substance’ı izledin mi bilmiyorum ama en azından dönüp dolaşan haberlerde konusu hakkında bir fikir sahibi olmuşsundur. Filmin sorusu şu, eğer bir gün sana kendinin daha iyi bir versiyonu olma şansı verecek bir ilaç verilse bunu kullanır mıydın? Aslında durum çok basit, zaten her gün yaptığımız, yapmaya çalıştığımız şey bu değil mi, kendimizin daha iyi gözüken, daha iyi hisseden, daha iyi yiyen, daha iyi kazanan, daha daha daha bir versiyonuna ulaşmak için yaşıyoruz. Elele vermiş, zamanı bilinmeyen ama geleceği kesin olan yaşlılığa ve ölüme tedavi edilmesi ya da kaçınılması gereken bir hastalık gibi bakıyoruz. Olabilecek en iyi versiyonumuzu çok da geç olmadan ortaya çıkartabilecek tek bir hareket olmasının ve bunu istemenin nesi yanlış olabilir ki?
Popüler kültürün tamamı bu hissiyatın peşinde değil mi? Makyajsız gösteren makyaj, yeni uyanmış gibi görünmenin yolları, çabasız şıklık, kolay para kazanma, hepsi ama hepsi bizi içimizdeki durumun yoğunluğuna odaklanmaktansa dışardan kolay gözüken ama çabayla ulaşılan o şeye doğru itilmemize sebep olan aktivatörlerle dolu. Yılların getirdirdiği deneyim, kendini tanımanın verdiği özgüven ve içsel anlayışı bu yılları yaşamamışız gibi gösterecek ve izleri silecek işlemlerle takas etmemiz bekleniyor.
Kolay yoldan elde edebilirmişiz ya da kaybetmemek için sürekli çaba sarfetmemiz gerektiği beynimize işlenen dıştan görünüşe odaklı yaşayış halimiz, zaten elimizde olan ve kolay hissettiren şeylere süpheyle yaklaşmamıza sebep oluyor. Sorunlu ilişkilerde kalmamızın, vücudumuza kötü gelen diyetleri uygulayışımızın, kendimizi hormonlarımızı bozacak kadar çok kimyasal ürüne batırmamızın sebebi bu. Zorlanmak ve çabalamak buradaki kısıtlı zamanımızı sözde değerli kılma yöntemleriyken kolaya kaçmak, rahat hissetmek, bir şeyin tadını çıkartmak boşa zaman harcamak olarak algılanıyor.
Ataerkil toplumun bizden istediği o steril ideallere ulaşmak için kendi içsel pusulamızı her bozduğumuzda kendimizi biraz daha kaybediyor, biraz daha çirkinleştiriyor, biraz daha canavarlaşıyoruz. O canavarlaşma halinin bir gün patlayarak her yeri kana bulamasını istemiyorsak dışardan kolay gözüken ya da kolay gözükme süsü verilen işlere vakit harcamak yerine kendi pusulamızın mekanizmasını yağlayıp gösterdiği hedefe doğru gitmenin vaktidir diye düşünüyorum.
Sürekli genç gözükebilecek, sokaklarda sadece toplumun standartlarına uygun genç, bakımlı ve standardize kadınlar yürüyecek, tüm medya kanallarında popolar memeler oradan oraya sallanırken o popo ve memelerin asla kadınların kendi mülkü olarak düşünülmesine izin verilmeyecekken, yaşlı gözüküp bilgelik ve otonomi sahibi olmayı kim ister? İsteyen kadınların canavar ya da cadı olarak algılanmasına şaşmamak gerek.
Kendini olduğun gibi kabul ettiğinde ve bunu itiraf etme cesareti gösterdiğinde de toplumun suratına bakarak çığlık atacağı bir ucubeye dönüşmüş oluyorsun. Aslında her birimiz bu cesareti gösterdiğinde ve gösterenleri kucakladığında hepimiz özgürleşebiliriz.
Bazen kolay yol, bir yarışa girmemek, kendi zaaflarını kabul etmek, sonucunda gelir elde etmeyecek de olsan vaktini harcamayı seçtiğin bir şeyi yapmak olabilir. Bazen de yapması çok kolay geldiği için sağlıklı bir yemek hazırlamak, öğrenmeyi sevdiğin için bir eğitime kaydolmak, ya da hiç uyumadan bütün gece hayalin için çalışmak da olabilir. Sistem hepimizi birilerinin kopyasına dönüştürmek istiyorken sana yapması basit gördüğü için değerini azımsadığın ve onun yerine zorlanarak yapmaya çalıştığın neler var bir düşünsene…
Bu yazıyı beğendiysen hem yukarıda hem de aşağıda bulunan kalp işaretine tıklayarak yazımın daha fazla insana ulaşmasını sağlayabilir ve beni çok mutlu edersin! Ayrıca beğenebileceğini düşündüğün diğer kişilerle paylaşarak bu platformun duyulması ve gelişmesine destek olabilir misin? Bunlardan birini ya da her ikisini de yapabilirsen katkına müteşekkir olurum. Bana her zaman yorumlar aracılığıyla, erturknil@gmail.com ile mail üzerinden ya da instagramda @nilerturk hesabından ulaşabilirsin.
"Kendin olmak öyle bir yere uçuruyor ki seni, dünyadaki diğer insanlarla iletişim kurabilmek için aydan dünyaya inmen gerekiyor sanki." cümlesi kalp ben. Hatta bu aralar ne kadar da ben...
Yine çok güzel bir yazı olmuş. Teşekkürler.