2022 Nisan ayı, Everything Everywhere All At Once’ı sinemada izlemiş olabilmenin hazzıyla salondan çıktığım gün, bugüne kadar izlediğim en etkileyici, en muazzam anlatımlardan birine şahit olmanın üzerimde bıraktığı duygu yüksekliğini hiç unutamam. Sanki her sahnesi kafamın içinde bir parantez açıp içini ilhamla doldurdu, hayatın anlamı zihnimden içeri ılık ılık dökülüverdi… Kelimelerle anlatabilir miydim acaba hissettiklerimi.
Ertesi gün uyandım ve filmin bana hissettirdiği her şeyi yazmaya başladım, her sahne bana ne anlattı tane tane aktardım, yazdıkça daha iyi anladım, anladıkça daha da saygı duydum bu yapıma. Irkçılıkla suçlanan Hollywood’un kendini affettirme çabasının dışında bir başarı bunca ödül alması. Neredeyse dokunmadığı konu yok ve bunu anlatmayı seçtiği şekli düşündükçe beynim (tıpkı Evelyn gibi) patlayacak gibi hissediyorum.
Filmin tam olarak ne demek istediğini yakalayamayan varsa ya da ben neden bu kadar etkilendim anlamak isteyen olursa diye farkındalıklarımı buraya da eklemek istedim. Okumadan önce filmi izlemiş olmanızı öneririm.
EVELYN - Egonun yolculuğu
Evelyn kendisinin, kocasının ve kızının ihtiyaçlarını görmezden gelerek kendisini tamamen babasının onayını almaya adadığı bir hayat yaşamaktadır. Egosunu, iç benliğini yani id’ini, ve içgüdülerini bastırarak sadece superegonun, yani toplumun kurallarına göre yaşamaya çalışan ve bunun altında ezilen bir kadın görürüz.
"Superego bir ebeveyn gibidir, egoya ne yapması ve yapmaması gerektiğini söyler."
Anna Freud
Bu hikaye hem çok taze, hem de tarihin başından beri anlatılagelen bir hikayedir.
Depresyon, hayatta gerçekleştiremediğimiz tüm potansiyel kimliklerin yasını tutmaktır der Nihan Kaya. Evelyn bu kuramın vücut bulmuş halidir, hiç bir potansiyelini gerçekleştiremediği bir hayatta sıkışıp kalmıştır ve zihniyle yarattığı düşünce evrenlerinde varolan tüm versiyonları, kendi zanaatlarında ustalaşmış benlikleridir. Onun ise tek amacı babasının beklentilerini karşılamaktır.
Kocası ona ne düşünüyorsun diye sorduğunda HER ŞEY yazısının üzerine çökmek üzere olduğunu görürüz.
Vergi dairesine gittiklerinde Evelyn asansörde kocasının başka bir evrenden gelen bir haliyle karşılaşır. Alfa Waymond onu oradan çıkartacağını söyler ve Evelyn’e bazı talimatlar verir. Bunu Evelyn’in kendi zihninde, olmasını hayal ettiği bir olay olarak düşünebiliriz. Ya da kendi iç sesi ‘dişil’ tarafının kendisiyle iletişim kurması olarak betimleyebiliriz. Bu dişil tarafın bir erkek tarafından ve kocası olarak bize ve Evelyn’e sunulması ilginçtir, çünkü alışılagelmiş anlatımlarda cinsiyet, ying yang, eril dişil özellikleri betimlenirken imaj cinsiyete bağımlı olarak sunulur. Ancak bu sefer dişil taraf bize bir erkek bir bedeni içinde sunulmuştur.
Sezgisel zihin kutsal bir yetenektir ve akılcı zihin sadık bir hizmetkardır. Biz hizmetkarı onurlandıran ve yeteneği unutturan bir toplum yarattık.
Clarissa Pinkola Estes
Evelyn’in sürekli olarak dikkatini çekmeye çalışan iç sesi, filmin başından beri ona kendi yolculuğunu ve varlığını hatırlatmaya çalışsa da Evelyn şimdi olmaz sonra gel diyerek sürekli bu sesi bastırmaya çalışır, ancak artık ses bastırılamayacak bir hale gelmiş ve aykırı yollara başvurmak zorunda kalmıştır.
Evelyn kocasının daha proaktif olmasını ve hayatında bir kurtarıcı rolünü üstlenmesini istemektedir. Birinin gelip onu kurtarması fikri, baskılanmış her kadın gibi onun da hayalidir. Çamaşırhanede bir anlık televizyondaki film sahnesine dalıp gittiğinde, her şeyin altında düşünecek başka bir şeye daha vakit ayıramayacağını söylese bile, içinde bi yerlerde o film sahnesinin içindeki kadın olmayı arzular ve o anın içinde kaybolur gider.
Vergi memurunun karşısına oturduğunda ise hepimizin bu gibi durumlarda yapmak isteyeceği gibi, zihniyle o andan “kaçar.” Kendisine alternatif bir evren yaratır o dünyada kocası ona yardım etmeye gelmiş bir kurtarıcıdır ancak kendi dünyasında kocasını memura kurabiye götüren pasif bir zavallı olarak görmektedir. Evelyn’e göre bir işi halletmenin tek yolu eril enerji ve maskülen bir egodur.
Evelyn o andan itibaren zihninde muhteşem bir kaçış senaryosu oluşturur ve bu hali olarak zaman ve mekanda seyahat etmeye başlar. Alfa Waymond (kendi iç benliği, dişil tarafı) ona alternatif evrenlerdeki diğer tüm versiyonlarının özelliklerine sahip olabileceğini, bunu başlatmak içinse saçma bir şey yapması gerektiğini söyler. Bu saçma anlar tıpkı Newton’ın Eureka anı gibidir. Tüm bilgilerin biriktiği ve anlamlandırıldığı bilinçaltıyla bağlantı kurmanın tek yolu budur. Çözmeye çalıştığın şeyi düşünmediğin, zihnin rahatlaması ve arınması için kullandığın bağlantısız aktiviteyi temsil eder. En iyi fikirlerimiz bu yöntemle ortaya çıkar.
Bu kabiliyeti denemeye başlarken Evelyn’in ilk yapması gereken aktivite hayatta en nefret ettiği ve ona saldıran kişiye onu sevdiğini söylemesi gerekmesidir. Ve bunu gerçekten hissetmelidir. Yani her hangi bir kişisel gelişim/ iyileşme yoluna gireceksek işe öncelikle içimizdeki nefreti ayrıştırarak ve bağışlayarak/sevgi göstererek başlamalıyız der film ilk dersinde.
Evelyn bu özelliği tam anlamıyla kullanmayı öğrenene kadar öncelikle pek çok “yanlış” kimliğe sıçrar. Bu yanlış “deneyimler” anda ona yardımcı olmuyor gibi gözükse de bu yaptığı keşiflerde öğrendiklerini kullanacağı yerler elbette ilerleyen zamanlarda karşısına çıkacaktır. Kimlik değiştirme konusunda ustalaşmadan önce, hayatlarımızın gençlik döneminde olduğu gibi ego kendine fazla güvenir ve tecrübesizliğini göz ardı eder. Bu sebeple fiziksel güce en ihtiyacı olduğunu düşündüğü zamanda alakasızca sosis parmaklı evreni keşfeder. Bu o anda vasıfsızlık olarak gözükse de aslında yolculuğunun sonunda ona fayda sağlayan bir deneyim olduğu ortaya çıkacaktır yani hayatta yaşadığımız hiç bir deneyim önemsiz ve değersiz değildir der, o an öyle gözükse bile.
Bu hayatta hiç bir konu özelinde ustalaşmadığı için aslında varolan potansiyelinin tamamı kullanıma açıktır ve bu yüzden özeldir Evelyn. İsminin etimolojisi yaşamın kaynağı, tüm potansiyellerin içinde barındığı yaratımın kaynağı olarak anlamlandırılan Eve’den gelmektedir. Kendini keşfetmek hiç bir zaman kimse için geç değildir ve yaşam her an doğmayı beklemektedir.
İç sesi Alfa Waymond, onu dinlemeye başladığında Evelyn’e, zaten farkında olduğu şeyleri hatırlatmaya başlar. Artık kimsenin kimseye güven duymadığı, kahvenin bile tadının yanlış geldiği, kıyafetlerinin eskisi gibi üstüne olmadığı bir dünyaya hapsolduğunu fark etmesini ister. İçgüdümüz olarak hepimize seslenir ve bu değişimin hepimizin farkında olduğu ve eskisi gibi bir normal arayışında olduğumuzu düşündüğümüzü bize söyler.
Evelyn tüm potansiyelini kullanmayı öğrenene kadar ve bu süreçte Deirdre’den yani gerçek hayattan dayak yiyecek, oradan oraya savrulacak ve bu kimliklerin bazılarında kaybolacaktır.
Özellikle bugüne kadar verdiği tüm kararları sorgulamasına sebep olan bir hayat çizgisi vardır. Waymond ile evlendiğinde ebeveynleri onu terk eder bu da Evelyn'in kendi içgüdülerine olan güvenini zedeleyip kendine yabancılaşmasına sebep olur.
"Ego kendi evinin efendisi değildir." - Sigmund Freud.
Toplumun beklentilerinden çıkıp kendi yolumuzu çizmek istediğimizde yaşadığımız erginlenme deneyimidir bu aslında. Ama bu süreçte içgüdülerine olan güveni zedelendiğinden, eğer kendi kararını vermeyip babasının/toplumun sözünü dinleseydi, hayallerindeki ünlü bir aktrist olduğu lüks ve ihtişamlı hayata sahip olabilecek olduğuna inanır. ‘Superego otoritenin içselleştirilmiş sesidir, fakat zihnin dış dünya ile etkileşime geçen kısmı egodur’ der Jacques Lacan.
Ailenin/toplumun baskıcı özelliklerini kabul ettiğimiz sürece bize sunulan altın kafesin dışarıdan rahat gözükme halidir bu ama aslında içinde özgürlüğümüz yoktur. Çoklu evrenlerdeki Evelyn’in bu konforlu halini görmek egosunu okşar ve oradan ayrılmak istemez ve o haline ulaşamamasının faturasını kocasına keser. Kendi yaptığı seçimi kabullenmek yerine onun yüzünden bu hayatı yaşayamadığını düşünerek suçluyu dışarıda arar ve kocasına bunu söyleyerek onu incitmek ister.
JOBU TUPAKI - Id’in karanlık mağarası
Jobu Tupaki ile karşılaşma sahnesinde Joy’u otoriteye karşı gelen ve onu kendi silahlarıyla yenen biri olarak izleriz. Bunu yaparken Elvis kıyafeti giymesi bu otoriteye karşı gelme anlamını pekiştirir (bu yazıdaki Elvis bölümüne bakmanı öneririm) . Bize kötücül olarak aktarılan bu genç kadın aslında özgür bir dişi kurttur.
"Id ilkel içgüdülerimizden, superego ahlaki vicdanımızdan, ego da gerçeklik algımızdan sorumludur." - Karen Horney.
Joy kendi annesini yani Egoyu, Superego karşısında özgürleştirmek istemektedir. Bu karşılaşmada Joy annesine, içine attığı sevilmeyen, değer görmeyen ve karanlığa gömdüğü gölge yanlarından oluşan karanlık tarafını gösterir. Bu ana tabii ki bir vajina temsili içinden geçip gireriz. Ama bu daha çok Evelyn’in kendi içine doğru yaptığı bir doğum yolculuğudur.
Bu tünelin sonunda Evelyn, kızının (yani kendisinin) karanlık tarafıyla karşılaşır ve o deliğin onu yuttuğunu fark eder. Dünyada olup biten her şey, teknoloji ile daha fazla maruz kaldığımız olasılıklar, deneyimler, potansiyel yaşamlarımızın tüm ağırlığı bizi hareketsiz kalmaya ve pesimist bir olasılıksızlığa doğru her gün itmektedir. Bunu kavramaya çalıştığımız an her şeyin anlamsızlığı içinde kayıp zihinlere dönüştüğümüz de bir gerçek. Özellikle olgunlaşmamış bir egoya sahip, tutkularıyla hareket eden belli yaştaki insanlar için gerçekten tehlikeli bir kara delik gibi.
"Id tutkuları içerirken, bunun karşısında ego mantığı ve akılcılığı temsil eder.
Sigmund Freud
Tam bu sırada Alfa Waymond’ın (içgüdüsünün) Evelyn’e yeniden seslendiğini görürüz. O karanlık kaçmamız gereken depresyonun ta kendisidir. Aslında hepimizin kendi karanlığıyla yüz yüze gelip onu yenmeyi öğrenmesi gerekir, fakat o kuyuda kaybolmak ve hayatını harcamak da olasılıklardan biridir.
GONG GONG - Baskıcı Toplum
Evelyn tam oraya düşmek üzereyken, Alfa babası Gong Gong gelip Joy’u iter ve Evelyn’i “bu karanlığa düşmekten kurtarır.” Toplumun geleneksel ve baskıcı tarafını, kendi içimizdeki superegoyu temsil eden büyükbaba, torununun “id” in bu karanlığından korkar ve onun öldürülmesi gerektiğini düşünür. Aslında o karanlıktan korkmakta haklıdır ve toplumun kurallarının bir gerekliliği de vardır. Ancak bununla birey olarak denge kurulmasına çoğu zaman izin verilmez. Eski düşüncelerin yeni nesli her zaman korkutucu ve zapt edilmesi gereken bir kavram olarak gördüğü gibi, o da torununun yarattığı dünyadan korkmakta ve onu yok etmeye çalışmaktadır.
Büyükbaba en iyisinin bu olduğunu düşünür ve bıçağı kendi kızının eline vererek torununu öldürmesini söyler. Bu tüm toplumlarda anneye verilen o görevi, kızının “karanlıkta” kaybolup gitmemesi, toplumdan kopmaması için onun ruhunun öldürülmesi gerekliliği düşüncesini temsil eder (bkz. kızını dövmeyen, dizini döver).
Bizden sonra gelecek olan neslin taze hali bize, kendi ölümlülüğümüzü hatırlatır. Bizi/fikirlerimizi öldüren şeyin ta kendisi kendinden bir sonra gelen jenerasyondur. Evelyn ise bu eylemi gerçekleştirmeyi reddeder ve kızını geleneksel düşünce karşısında korur. Onu kurtarmanın tek yolunun kendisinin de karanlığa gitmesi olduğunu anlar ancak bu fikir baskıcı düşünceyi, superegoyu rahatsız eder ve onun da bu keşfi yapmadan öldürülmesi gerektiğine karar verilir.
Bu başkaldırı Evelyn’i kendi özüne ve potansiyeline daha çok yaklaştırır ve kendilerine bir çıkış yolu yaratmalarına sebep verir. Daha sonraki sahnelerde Evelyn’in kendi dişi kurt özelliğiyle tanıştığı, yavrusunu (id) ve kocasını (içgüdüsü) tehlikelerden koruduğunu ve savaşmaya başlamasını izleriz.
"Ego, id ile superegonun taleplerini uzlaştırmaya çalışır, ama bu süreçte sıklıkla taviz vermek ve fedakarlık yapmak zorunda kalır." - Heinz Hartmann.
Toplumun öznelliğe açtığı savaş bitmek bilmeyen, her yerden aynı anda gelen yoğun bir saldırıdır. Evelyn her türlü potansiyelini açığa çıkartması gereken bir mücadelenin içinde bulur kendini, ancak bu mücadele onu hayattaki maskülen özelliklerine yoğunlaşmaya iter ve ortamı, dünyanın şu anda olduğu gibi herkesin birbiriyle savaştığı toksik maskülenitenin tavan yaptığı asla sonu gelmeyen bir itiş kakış şovuna dönüşür. Aynı zamanda içinde bulunduğumuz metaverse’e doğru giden yolda, kendimiz için sürekli yeni avatarlar yarattığımız, kıyafet değiştirir gibi kimlik değiştirdiğimiz, kafamızın içinin allak bullak olduğu her yere saçıldığı ve her düşüncemizin birbiriyle kavga ettiği bir yaşam şekli anlatılır.
Evelyn her şey olmayı öğrenmiştir, yüzü gözü yaralı bir şekilde her şey olmayı artık keşfettiğini söyler ancak bu sırada zihni daha fazla baskıya dayanamayarak çatlar ve bedeni iflas eder. Tembellik fobisi yazımda bahsettiğim bir her şey olma çabası ve bedenin iflasıdır bu. Evelyn’in bu hali öldüğünde -ki eninde sonunda ölecektir- hayalindeki, film yıldızı olduğu dünyada uyanır.
Bu dünya bana sosyal medya içinde gördüğümüz her şeyin mükemmel resmedildiği hayatları hatırlattı. İçinde hiç bir gerçek mücadele ve zorlanma görmediğimiz şaşaalı bir duruştan ibaret hayatları. O sebeple bu evrende Evelyn’in kızı yani id’i yani, yüzleşmesi gereken karanlığı yoktur. Evelyn bu evrende ne kadar eksik olduğunu fark eder. Kendi dünyasına geri döndüğünde ise Jobu Tupaki artık onun Her Şey’i görmeye hazır olduğunu düşünerek onu koltuğun içine yani bilinçaltına geri götürür. Burada Evelyn kendi gölge yanıyla ve karanlığıyla karşılaşır, onun içine bakar ve meditatif bir evren olan bedenin olmadığı ve sadece zihinden ibaret olunan bir gerçekliğe girer.
Bildiğimiz hayatın olmadığı, tamamen kendisiyle baş başa olduğu bu evrende Id ona hiç bir şeyin bir anlamı olmadığı, kendisiyle ilgili keşfettiği hiç bir şeyin bir işe yaramadığı, bu deneyim denizinde boğulduğunu ve artık her şeyin bitmesini istediğini söyler. Saf ilkel tutkuları tatmin etmeye çalıştıkça hayatın anlamsızlaşması çok normaldir. İhtiyacımız olan hayattaki beklentilerimizi üst akılla yorumlayabilmektir. Yani Evelyn supergo ile id’i uzlaştırmak zorundadır.
Evelyn o karanlıkla yüzleştikten sonra kazandığı deneyimlerin ardından anlar ki, hayatta anlamı olan tek şey nezaket, anlayış ve insanlarla kurduğumuz sevgi ilişkisidir. Hayatına geri dönüp baktığında gördüğü ve artık başka bir gözle bakmayı öğrendiği ilk şey, kocasının o çok sinir olduğu barışçıl ve sakin diliyle, Deirdre’yi çamaşırhaneyi kapatmamaya ikna edişidir.
WAYMOND - Dişil tarafla barışma
Sonunda Evelyn kendi dişil yönüyle bağlantı kurmayı başarır. Dış dünyanın onu olmaya zorladığını düşündüğü sert ve mücadeleci tavrını geride bırakır ve savaşmanın başka bir yolu olabileceğini fark eder.
Waymond karısına bakıp benim güçsüz olduğumu düşünüyorsun değil mi? der. Çünkü barışçıl ve uzlaşmacı insanların böyle olduğu söylemiştir bize. Hem kadınların hem erkeklerin içinde var olan, yaratımın, huzurun, durduğumuzda kavuştuğumuz fikirlerin üretildiği, iç sesimizle bağlantı kurduğumuz dişil yönümüzün işe yaramaz olduğu söylenmiştir. Tek yolun kavga etmek, bir şeyler yapmak, başkaları üzerinde hakimiyet kurmak olduğu söylenen bir hayatta, aslında dimdik ve çizgisini bozmadan durmaktadır Waymond, ve istediklerini bu şekilde gayet de elde edebilmekte olduğunu söyler Evelyn’e.
Kadınlar içgüdüleriyle olan ilişkilerini yeniden savunduklarında, kalıcı ve içsel bir gözlemci, bir bilirkişi, bir vizyoner, bir kahin, bir esin kaynağı, bir yapıcı, bir yaratıcı, bir mucit ve iç ve dış dünyalara canlı hayatı getiren, öneride bulunan ve yol gösteren bir dinleyici olma yeteneği kazanırlar.
Clarissa Pinkola Estes




Waymond bize bu yönümüzün güçsüz taraf değil barışmaya ihtiyacımız olan birleştirici ve yol gösterici tarafımız olduğunu hatırlatır. Bu andan sonra Evelyn’in son sınavı başlar ve öğrendiği yeni savaşma tekniğini uygulamaya koyarak hayatla bundan sonraki mücadelesinde yeni bir sayfa açar.
İçinde varolduğumuz dünyayı biz seçmedik ama onu anlamlandırmak bizim işimiz.
John Berger
Evelyn, en büyük düşmanı olan Deirdre’nin aslında yaralı ve üzüntülü olduğunu ve kendisine nezaket gösterilmeyen bir hayatı olduğunu fark eder. Deirdre adının etimolojik kökü de zaten “kırık kalpli, üzüntülü olan” dan gelmektedir ve temsil ettiği karakter budur. Genelde hayatta karşımıza çıkan kötücül insanların aslında kırılmış ve daha önce üzülmüş olduğunu çoğu zaman unuturuz. Evelyn onunla barışmayı seçtiği ve insani tarafını görmeyi tercih ettiğinde ilişkileri de düzelir.
Ve bundan sonra karşısına türlü saldırganlar ve savaşmak isteyen bireyler gelmeye devam eder, ancak Evelyn artık sahip olduğu içgörüyü kullanarak (kafasının ortasına taktığı 3.gözden anlayacağımız üzere) karşısındaki insanlarla eski yöntemlerle savaşmak yerine, onların ihtiyacı olan, hayatlarındaki eksiği sezgisel olarak görmeye başlar ve onlara bu eksiği gidermeleri için yardım ederek, onlara bir çeşit hizmet ederek yaralarını sarar ve önündeki tüm engelleri bu şekilde aşmaya başlar.
Filmin sonunda Joy ve Evelyn’in konuşması sırasında Joy Evelyn’den kendisini bırakmasını istediğini söyler. Sıkı sıkıya tutmaya çalıştığımız, korktuğumuz, baskıladığımız, kontrol etmeye çalıştığımız tutkularımız, bağımlılıklarımız özgürlüğünü talep eder ve Evelyn bu isteği sonunda anlar ve kızını bırakmayı kabul eder. Buradaki iki kadının ilişkisini hem gerçek hem psikolojik olarak ele aldığımızda hepimizin hayatı için çok gerekli olan sağlıklı bağları da fark etmiş oluyoruz. Joy’un bir anlık karanlığın içinde kaybolduğunu görsek de bunu yapmasına izin vermek, hem kendimiz hem ilişkilerimiz için hayati önem taşıyor.
Ve Evelyn’in o an fark ettiği şeyi ifade etmesiyle tüm olayın seyri değişir. Düşündüğü tüm olumsuzluklara rağmen olabileceği tüm evrenler yerine burada, kızıyla ve ailesiyle beraber olmayı seçtiğini söyler Joy’a. Bu hepimiz için verilmesi gereken bir karardır, içinde kaybolduğumuz ekranlarla, ulaştığımızda tatmin olacağımızı düşündüğümüz diğer evrenlerde yani hayal dünyasında yaşamımızı harcarken, çoğu zaman kendi aile ve sosyal ilişkilerimiz dağılıp parçalanmakta. Biz ise bunun olduğunu fark etmeden seçimimizi zihnimizi uyuşturmaktan yana yapıyoruz. Bunu fark edip bize verilen hayatla savaşmayı değil onu kabul etmenin, onu olduğu gibi sevmenin ve hayatın içinde yaşayan herkesin ihtiyaçlarını kendimizinki kadar önemsediğimiz bir hayat seçimi yapmanın bizim elimizde olduğunu anlamamız gereken bir dönemdeyiz. Sezgilerimizi kullanmayı yeniden öğrenmeli ve olanı değiştirmeye çalışmak yerine kabul eden ve zorlanan kişilere yardım eli uzatan yönümüzü uyandırmamız gerekli. Böyle bir dişil uyanışa çok ihtiyacımız var.
İşte o zaman hayalini kurduğumuz yapay bir evrende, gerçekdışı ilişkilerin ve işlerin peşinde koşmak yerine sahip olduğumuz gerçek hayatın tadını çıkartmaya başlayabiliriz.
Ve bu arkadaşlar, bir filmde anlatılabilecek en güzel hayat felsefesi değildir de nedir biri bana söylesin lütfen.
Hiç düşünmediğim şeyleri düşündüm kendi hayatımla ilgili bu yazıyı okurken. Bir film analizi olarak ise zaten çok çok etkileyiciydi, teşekkürler✨
Kendimi tuttum, yazınızı okumadım; filmi izledikten sonra kendimi değerlendirdim. İnanın dile ve yoruma bu kadar hakim oluşunuz beni size hayran bıraktı; yazmaya kalksaydım aynen sizin yazdıklarınızı yazmak isterdim. Teşekkürler. 🎈