Sana mektup yazdım
Yaşadığımız son bir kaç hafta kişisel dertleri rafa kaldırtacak cinstendi gerçekten öyle değil mi?
Selam, nasılsın? Yaşadığımız son bir kaç hafta kişisel dertleri rafa kaldırtacak cinstendi gerçekten öyle değil mi? Türkiye simülasyonu tam olarak bir kabileye ait olma deneyimini iliklerimize kadar yaşatıyor bize. Fakat bu sefer kendimi gözlemlediğimde kişisel gelişimimde biraz daha yol kat ettiğimi fark etmek beni mutlu etti diyebilirim. Tüm bu yaşanan fırtınanın içinde merkezimde kalmayı, dürtüsel hareket etmemeyi ve dışardan giren olumsuz bir etkiyle dalgalanmamayı başardım (kendi sırtımı sıvazlıyorum). Sanırım son zamanlarda dişil enerji hakkında bu kadar kafa yormak ve bu konu üzerindeki farkındalığımı kullanarak yaşadıklarımı bir test ortamına dönüştürmek işime yaradı. Ve meditasyon yapmaya başlamak tabii ki…
Aslında kendim için değil Liza’nın uyumasına yardımcı olsun ve küçük yaşta meditasyon pratiği edinsin diye başladığım bir uygulama beni de içine aldı ve sanıyorum söyledikleri kadar var ki neredeyse ilk günden itibaren işe yaramaya başladı diyebilirim. Uygulamanın adı “insight timer” yıllardır telefonumda durur aslında, en son Covid zamanında şifa meditasyonu yapmıştım, hayatımda yaptığım en kaliteli nefes egzersiziydi, ha bir de ondan önce influencer olma suçu sebepli (uzun hikaye başka bir zaman anlatayım) vergi memurları peşime düştüğünde anksiyetemi kontrol edebilmek için sakinleşme meditasyonları için kullanmıştım. Yine oldukça etkiliydi. Ama belirlediğim sorun bitince devam etmedim, amaç hayatın bir parçası haline getirmek biliyorsun (cırcır böceği sesleri)... Bu sefer, konuştuğumuz gibi alma üzerine çalışmak için bu konuya özel bir meditasyon buldum ve bir haftadan uzun bir süredir gece yatmadan önce dinliyorum. Zorlandığım zamanlarda eskisi kadar dürtüsel tepki vermediğim, olanları kabul ettiğim, sadece değiştirebileceğim konulara odaklandığım ve kendimi daha güçlü hissettiğim bir hafta yaşadım, yaşıyorum. Ben de şaşkınım, unicornlar gerçekmiş.
Sanırım bu tarz zorlu dönemlerde kimsenin kafası ciddi bir şeylere başlamak, okumak ya da izlemek istemiyor. Kafa dağıtmayı istemekle beraber, sosyal medyada çürümeden bizi alıp götürecek aynı zamanda ilham verecek bir içerik bulmak zor. İşte tam burada bir öneriyle gelmek istedim. Maya Angelou’nun annesiyle olan ilişkisini anlattığı son derece kolay okunan, hatta neredeyse çocuk kitabı kadar kolay okunan kitabı Annem ve Ben’i bu dönemde okumak için son derece uygun buldum. Spoiler olsun istemem ama bir insanın, hem kadın, hem azınlık hem orta/alt sınıf olarak başardıklarını okumak, kazandığı bakış açısından ilham almak ve ne olursa olsun hayatta her şeyi denemeye razı ve istikrar sahibi olmanın önemini anlamak için ilaç gibi geldi diyebilirim.
Bir de Jason Reynolds’ın Design Matters adlı podcaste konuk olduğu bölümde anlattığı bir hikaye yine bu dönemde bana gücümü hatırlattı onu da burada paylaşmak istedim seninle.
Jason Reynolds lise son sınıftayken sınıf öğretmeni sınıfa akvaryumda bir balık getiriyor ve bunun sınıfın evcil hayvanı olduğunu ve beslemekten sınıfın sorumlu olduğunu söylüyor. Fakat ekliyor, balığa hiçbir şekilde, ne olursa olsun dokunmak yasak. Eğer dokunan olursa uzaklaştırma cezası alacak, diyor. Ve bir gün öğretmen sınıfa girip balığı akvaryumdan çıkartıyor ve yere koyuyor. Balık can çekişirken herkes şok içinde bakıyor ve ne yapacağını bilemeden kalakalıyor. En sonunda 2 kız dayanamayarak atılıp acemice balığı yerden alıp akvaryuma geri koyuyor. Öğretmen kızlara bakıyor ve eşyalarını toplamalarını istiyor. Müdürün odasına gidip uzaklaştırma ceza kağıtlarını alabileceklerini söylüyor. Herkes şaşırmış vaziyetteyken sınıftan çıkarlarken arkalarından, siz doğru olanı yaptınız ancak bazen doğru olanı yapmanın bazı sonuçları olur, diyor. O an, Jason Reynolds’ın ve bu deneyi yıllar boyunca yapan öğretmenin sınıfında bulunmuş binlerce öğrencinin kafasına kazınıyor. Reynolds o günle ilgili iki şey öğrendiğini söylüyor, ilki içindeki her bir hücrenin balığı kurtarmak istemesine rağmen korkaklığı sebebiyle bunu yapmamış oluşu ve kendisini daha iyi tanımış olması. Diğeri ise doğru olanı yapanın her zaman kadınlar olduğu. Direnişlerde, aktivizm cephelerinde her daim görünmeyen işi yapan, organize eden, harekete geçen ve bunu bir karşılık beklemeden yapan taraf kadınlar ama görünen yüzler hep erkekler oluyor diyor Reynolds.
Hayatımızda yaşadığımız travmatik olaylar ve onlara verdiğimiz tepkiler kendimizi tanımak ve onunla yüzleşmek için harika zamanlar. Olmak istediğimiz kişiyle, olduğumuz kişi arasında köprü kurmamıza yarayan bu deneyimleri ben çok değerli buluyorum. Doğru olanı yapma dürtümüz, hareketsiz kalmamızı salık veren otorite karşısında gücümüzü hatırlamamıza sebep oluyor. Sanırım dişil enerjiyle ilgili beni en çok etkileyen vasıflardan biri de şikayet etmemekti. Olumsuz durumlar yaşandığında şikayet etmek yerine olanla barışmak, bakış açını değiştirmek ve istikrarla istediğin hedefe doğru yürümek dişil enerjiyi uyandırmak için oldukça etkili bir yöntem ve bunun işe yaradığını görmeye başladım gerçekten. Bir de meditasyon tabii, onun da çok etkili olduğunu söylemiştim değil mi?
Bir sonraki yazıda görüşmek üzere.
Kabulde kalın ❤️
Nil her yazın bir harika! Bir sonraki yazını ilgiyle bekliyorum her defasında. Çok teşekkürler. Sevgiler.
Nil selam , bu güzel yazı için teşekkürler diğer yazılarında olduğu gibi ilham vermeye devam ediyorsun 🌺 Uygulamayi ben de kullanıyorum ama bazen kendine uygun olan meditasyonu bulmak zor olabiliyor. Sen hangisini denedin acaba sakıncası yoksa yazabilir misin ? Şimdiden teşekkürler 🙂