Londra'dan Merhaba
Hikayenin ortasından girip David Lynch filmi gibi hiçbir açıklama olmadan Londra’dan sesleniyorum
Şu an dışarıda hava 1 derece. Kasım ayının son günlerindeyiz. En sevdiğim mevsim olan Sonbaharın en güzel halini gösteren bir şehirde yaşıyorum artık. Uzun zamandır yazmak isteyip yazamadığım, ama zihnimin içinde onlarca yazı tamamlayıp gönderdiğim bir dönem geçti gitti içimden. En son paylaştığım yazıdan bu yana hayatımda dramatik bir değişiklik olunca neresinden tutup başlasam, hangi açıdan anlatsam, nasıl paylaşsam derken aylar geçip gitti böylece. Belki biraz yaşanmışlık olsun istedim, belki biraz da fazla önemsedim ne anlatacağımı, akıp gitmesine izin vermektense. Bir tarafım başlamak isterken diğer tarafım hiç bir şey söylemek istemedi, başka bir yerim hikayenin ortasından girip David Lynch filmi gibi bir anda hiçbir açıklama olmadan Londra’dan seslenmemi saçma bulup engelledi beni. Sonra hepsine tepeden bakan başka bir yerim, ‘kendini ne kadar önemsiyorsun böyle, bunların hiç bir önemi yok’ diyerek kapattı konuyu gitti. İşte buralarda olmadığım yaz aylarım böyle geçti… Aslında tam olarak öyle geçmedi ama burada bıraktığım Nil için öyleydi.
Londra’daki yazı masamın manzarası bir harika. Tam olarak hayal ettiğim her şey var, baktıkça gözlerim doluyor diyebilirim hatta.


Burada bulunduğum andan beri hissettiğim en baskın duygu aidiyet. Ne garip, hayatımı geçirdiğim ve yıllarca tam tersini hissettiğim bir yerde yaşadıktan sonra daha önce yaşamı deneyimlemediğim bir yerde böyle hissetmek. Neye dayanarak bunu hissettiğimi bilmiyorum. Bunun geçici bir balayı duygusu olabileceğini de düşünüyorum, ama işte ne de olsa düşünce, zihnin bir şeyleri sürekli anlamlandırmaya ve mantığa oturtma çabası olduğu için, fazla kaptırmıyorum kendimi bu anlamlandırma baskısına. Her şeyin mantıklı olmasına gerek yok. Olan bu, mutluyum.
Ocak ayında bu platformda paylaşım yapmaya başlayalı tam 1 yıl olacak. Buna başlamak da büyük bir efor gerektirmişti içimde. Tıpkı bu yaz olduğu gibi… Başlamak için gereken her şey tamamlanmadan bir işe başlanamıyor olduğu duygusu, insanı tamamen kaplayıp paralize ediyor resmen. Ve bunu hali hazırda yaptığımız bir şeylerin tam ortasındayken de hissediyor olmak, bunun sürekli bir mücadele olması ve her seferinde oradan çıkış yolunu bulma emeği, hayatın kendisi haline geliyor.
O sebeple ‘başlamak başarmanın yarısıdır’ sözü kendime sürekli hatırlattığım bir şey. Yaparken çok keyif aldığımız bir şey için bile, içimizdeki o yargılayıcı sesin yeterli olmadığımızı söyleyen bahanelerine rağmen adım atmak. Sonrası akıp gidiyor sanki.
Burada bana büyük keyif ve mutluluk veren deneyimler yaşadım, yaşıyorum. Yıllardır biriktirdiğim bir yaşam arşivi açıldı ve ben içinde geziyorum gibi. Burada dönüşecek olduğum insanı merak ediyorum ve onunla bu sayfalarda karşılaşmak istiyorum.





Bu değişimin başlangıcından ama bir yandan da olan biten şeylerin açıklaması olmadan ortadan bir yerden yaptığım bu giriş umarım burada olacakları takip etmeyi anlamsız kılmamıştır senin için. Bir yerlerde okuduğum ya da duyduğum bir cümle geliyor aklıma, hayatta aslında istediğimiz tek şey yaşamımıza şahitlik edilmesidir diye. Bana şahit olmayı seçtiğin için teşekkür ederim. Bir sonraki yazımda son zamanlarda sevdiğim, bende etki bırakan şeyleri paylaşacağım seninle.
Sevgiler,
Nil
Nilcim, Londra hayatını merakla okuyacağım. Şahitlik etmek çok hoş bir tanımmış gerçekten. Çok sevgiler 💌