Dışı Seni İçi Beni
Kadını güzel göstermesi gereken aksesuarlar onu grotesk gösteriyor. Zayıf olma çabası geri tepiyor, toplumsal geleneğin ağırbaşlı şiddeti kadın bedenine karşı dönüyor.
Hava harika, hafif bulutlu ama güneşin aydınlattığı ağaçlardan yansıyan ışık insanı dışarıya çıkmaya davet eder cinsten. Ben ise en sevdiğim şekilde, camın ardından katılıyorum bu manzaranın içine. Senin en sevdiğin atıştırma şekli ne bilmiyorum ama benimkisi kesinlikle mutfak tezgahına dayanıp ayakta dururken, gözlerim camdan dışarıya dalmış bir şekilde ne yediğime bile bakmadan önümdeki kurabiye olur, kuruyemiş olur, zeytin peynir olur böyle ara öğün niyetine bir şeyleri ağzıma götürmek. O sırada camın ardındaki dingin manzaraya beynimin içinde yarışan düşünceler eşlik eder. Bu yazının başına da biraz önce kendisiyle bütünleştiğim kurabiyeyi tüketirken oturmak istedim. Bir şeyi izleme halini bir şeylerin içinde olmaya tercih etmenin garipliği geldi aklıma. Bahçede olmak yerine bahçeyi izlemek…
Bir kaç ay önce yakın bir arkadaşımla sohbet ederken konuşmuştuk. Hani şu harika manzara vardır ya, güzel bir günde sokakta tek başına yürürken bir cafede ya da piknikte oturmuş sohbet eden, gülen mutlu insanlar görürsün. Masaların üzeri kirli tabak ve bardaklarla doludur, herkesin üzerinde güzel kıyafetler vardır. Belki fonda çalan güzel bir müzik uğultulu konuşma seslerine karışır, baktığın her yerde renkler bir filmdeymişçesine ayrı bir canlılıktadır. O manzaraya bakmak o kadar keyif verir ki insana, içinde olsan böyle gözüktüğünün farkında bile olmayacaksındır oysa. İşte bu manzaraların etkileyiciliğinden ve ona bakmayı bazen içinde olmaya tercih ettiğimizden konuştuk arkadaşımla. Birilerinin yaşadığı hayatın çok gerçek bir anını izlemek onu yaşamaktan çok daha farklı bir yerlerde depolanıyor sanki. Hayatı anlamlandırmak sanatla gerçeğin kesiştiği o küçük kümeleri ne kadar fark edebildiğinle alakalı. Sürekli olarak kendi dünyanın içinde var olmak güzel bir an da olsa acı verici de, insanın o deneyimi tam olarak hissetmesine engel oluyor bazen.
Bunları düşünürken beynim yine biriktirdiği görsel çorbadan şu iki imajı yan yana getirdi bu sefer. Kim Kardashian’ın Met Gala’da giydiği bu kıyafet, yazar Lauren Elkin’in Jessica Ledwich’in Monstrous Feminine (Canavarlaşan Feminen) adlı fotoğraf serisindeki yukarıda bulunan imaj hakkında söylediği şu sözleri aklıma getirdi.
Jessica Ledwich'in fotoğraf serisi Monstrous Feminine, kadınların katlandığı 'canavarca' güzellik ritüellerine bakıyor. Bir fotoğrafta, bir kadın kendini bir çift kalça yüksekliğinde askılı ve kontrol panelli iç çamaşırının içine sıkıştırmış. Belinin etrafında bir mezura tutarken, aşağıda, bacaklarında tayttan sıkılan yağlar yukarı ve tepeye doğru fışkırıyor. Kadını güzel göstermesi gereken aksesuarlar onu grotesk gösteriyor. Zayıf olma çabası geri tepiyor, toplumsal geleneğin ağırbaşlı şiddeti kadın bedenine karşı dönüyor.
Eğer güzellik pürüzsüz ve sınırlandırılmışsa, yaşayan bir beden için güzellik imkânsızdır. Sağ tarafta, kum saati şeklinde mükemmel bir şekilde manikürlenmiş sevimli küçük bir iç mekan bitkisi onunla alay ediyor. Fazlalıkları kontrol etmek için kullandığımız cihazlar her zaman daha çok fazlalık yaratıyor.
The Visual Detox kitabının yazarı Marine Tanguy gün içinde maruz kaldığımız görsel sayısının 10,000 olduğunu söylüyor. Doğru tahmin ettin, bu sayının çoğunluğunu kadın bedeni oluşturuyor. Kadın bedeninin nasıl olması gerektiği, hangi vücut şekillerinin, hangi beden renginin, hangi saç stilinin “doğru” olduğu günde binlerce kez bilinçaltımıza işleniyor. Bu görsel bombardıman içinde yaşayan bir kadının sabah sıradan bir şekilde uyandığında bedenini sosyal dünyaya “uyumlamak” için ne kadar fazla zihinsel bir efor sarf ettiğini düşündükçe yitip giden hayatlara üzülmemek elde değil. Bir de bu zihinsel efor kısmının yani yeterince iyi olmadığını düşündüğün bölgelerle ilgili depresif kriz yaşama, cilalama pratikleri için plan yapma, araştırma, randevu alma, uygulamaya gitme, uygulama sırasında bekleme, yaşam döngüsü içinde her ay kurtadama dönüşür gibi geri gelen istenmeyen parçalarını yeniden düzene sokmak için baştan başlama işinin pratiğe döküldüğü zamanı eklediğimizde, kadınlarla erkeklerin aynı 24 saati paylaşmak zorunda oluşu haksızlık değil mi sanki? Sadece soruyorum.
Dışardan baktığımızda o mükemmel gözüken anların içinde olduğumuzda o kadar da etkileyiciyi olmayışı bu sebepten mi? İçinde olmak için verdiğimiz o görünmez efor bizi çoktan tüketmiş, bir anlığına kahkahalarımız sayesinde unuttuğumuz o zahmetlerin ağırlığı altında uyuşmuş, kafamızın içinde planladığımız lazer epilasyonunun/cilt bakımının/kuaför randevusunun üzerimizde yarattığı anksiyete normalimiz olmuş ve bunu stresin kaynağı olarak değil de çözümü olarak görmemizin doğamıza aykırı olduğunu bile bilmeden yaşayıp gittiğimizden mi? Bir başkasının izlemekten keyif aldığı o parlak anların aslında ne kadar acı barındırdığı ama kadınların acılarının günlük hayatın bir parçası olması geldi aklıma bunları bir arada düşündüğümde.
Kim Kardashian’ın bir çokları için ideal gözüken ya da gösterilmeye çalışılan bedeni, o bedeni sergilediği mekan, sahip olduğu etki gücü, içinde olmak için verilen efora değer mi? İçinde yaşarken hissettikleriyle izleyenlerin kendine atfettiği bu deneyim eşit mi? Aslında onu sadece bir temsil olarak düşünüyorum. Ama kişi bazında bakarsak Kim Kardashian’ın da kendisini bir temsil olarak tarihe kazımaya çalıştığını ve bunu başardığını düşünüyorum. Geçen seneki Met Gala’da Marilyn Monroe’nun elbisesi ile olan münasebeti de tam bu yüzdendi aslında. Tıpkı onun belli bir dönemin kadın algısının temsili olduğu gibi, Kim Kardashian da bu dönemin kadınının güzellik için neler yaptığının canlı bir heykeli gibi, hayatının bir performans sanatı olduğunun çok farkında.
Buradan şu anlaşılsın istemem, ben kadınların kendini modifiye etmesini, saçını, tırnaklarını, yüzünü gözünü boyamasını istemiyorum, salalım kılı tüyü gezelim gibi bir düşüncem yok. Bu tip bakım adı altına giren eforların kesinlikle ruha iyi gelen bir yanı olduğunu ve kendimin de bunları yapmaktan keyif aldığını biliyorum. Bahsettiğim şey daha çok bunları yapmadığında kadınların kaybettiği fırsatlar, sosyal ortamlar, bağlantı imkanları ve kısaca iç huzur olması. Kaçımız elleri ‘yeterince’ iyi gözükmüyor diye önem verdiğimiz randevuları erteledik, bacaklarımızın ağda zamanı geldiği için çok sıcak bir günde kendimize işkence ettik, kalçalarımız kendimize zihinsel olarak yüklediğimiz standartlara uyumlanmadığı için yaşanacak güzel bir günü heba ettik… Evini temizlemesi için kendi kazandığı parayla tuttuğu temizlik hizmeti eve varmadan önce, dağınık gözükmesin diye evini temizleyen kadınlar var. Kendisine atanan spor kıyafetlerin içinde rahat edemediği için spor yapmaktan uzaklaşan kadınlar, insan olmaktan utanırcasına kurgulanmış bir hayat şekli bu. Uyandığımız andan itibaren uymamız gereken o kadar çok “güzellik” standardı var ki bunlardan özgür olsak nasıl bir hayat olurdu diye düşünüyorum sadece. Bir erkeğe sorup geleceğim bir saniye…
Şaka bir yana, şu an gidişat kadınları bunlardan özgürleştirelim olması gerekirken tam tersi erkekleri de bu kapitalist sisteme daha çok alet edelim derdinde. İlkokul ve ortaokul yaşlarındaki kızların günlük cilk bakım rutinim vb. videoları paylaşmaya başladığını duymuşsundur, bu durum erkekler için de kaslı bir vücuda sahip olmak için yapılan baskıyla pekişiyor artık. Lise çağındaki pek çok genç erkek vakitlerinin çoğunu spor salonunda belli bir vücut tipine ulaşmak için geçiriyor. Önemli olan tek vasfın vücut şekli olduğu ve doğduğun vücudu modifiye etme gerekliliğinin normalleşmesi erkeklerin de korkulu rüyası olmaya aday, haydi hayırlı olsun. Kadın hareketinin erkeklerle aynı haklara sahip olma hedefinin bu şekilde tersyüz edilmesi manidar. Ama zaten kapitalizm bunu her zaman tersinden anlamaya, hatta anlamamaya çalışmakta uzman.
Geçen gün 2023 yılında vizyona giren The Marvels filmini izleyeyim dedim. Çocukluğumdan beri bir Marvel hayranı olduğum için hala ne yapsalar izliyorum el mahkum. Captain Marvel filmini de çıktığında beğenerek izlemiştim ama bu sefer devam filmi niteliğinde olan bu film, neredeyse tamamen kadınlardan oluşan oyuncu kadrosuyla klasik erkek egemen kadrolu filmlerin, kopyala yapıştır ama bu sefer kadınlar oynasın haliydi. Kapitalizm feminizmin ne olduğunu zannediyor dersek bu filmi örnek gösterebiliriz. Kadınlar erkekçilik oynamak istiyor zannediyorlar, vah vah.
Abim, erkekler ne yiyorsa bana da ondan ver yarım porsiyon olsun. Bir de bol bol kedi ekle çünkü filmde kadının dikkatini dağıtacak bir aşk olmasını istemiyoruz, ama yalnız da kalmasın işte. Tek başına ayakları üzerinde dursun, duygusal anlamda engelli olsun çünkü kadınlar da duygusuz olabilir. Böyle çok güçlü olsun herkese bol bol yumruk atsın. E sırf güçlü kadın diye bakımsız olması gerekmiyor tabi saçları maşalı ve kabarık, makyajı da özenli olsun. Dünyayı kurtarmadan önce farını da sürsün çünkü feminizm kadını tek bir tipe indirgemez. Eşit hak dediysek makyaj istemiyoruz demedik!
Yani elbette eskiye oranla kadının konduğu kısıtlı kutuyla şu an bu çok daha özgürleştirici bir temsil ama ne yazık ki baskılaya baskılaya kadının aslında ne olduğunu unuttuğumuz, ve kadınların ne istediğini dinlemek yerine var saydığımız bir dünyada onlar da erkek olmak istiyor diye düşünülüyor ne yazık ki.
Eğer bu aynılık içinde konuşmaya devam edersek - erkeklerin yüzyıllardır konuştuğu gibi, birbirimizi hayal kırıklığına uğratacağız. Kelimeler yine bedenlerimizden, başlarımızın üstünden geçecek - yok olacak, bizi yok edecek...
Luce Irigaray
Erkekleri imkansız vücut standartlarına ittirdiğimiz, kadınların eşit hak arayışını şiddetle bağdaştırdığımız, kimseye faydası olmayan bu sisteme uzaktan bakmak mı güzel, içinde olup çektiğin acıyı anlamadan bir anlık hayalin içinde olmak mı bilemedim. Arayı açmayalım.
Öpüyorum.
Bu yazıyı beğendiysen hem yukarıda hem de aşağıda bulunan kalp işaretine tıklayarak ve beğenebileceğini düşündüğün diğer kişilerle paylaşarak bu platformun duyulması ve gelişmesine destek olabilirsin. Bunlardan birini ya da her ikisini de yapabilirsen mutlu olurum. Bana her zaman yorumlar aracılığıyla, erturknil@gmail.com ile mail üzerinden ya da instagramda @nilerturk hesabından ulaşabilirsin.
"Kendisine atanan spor kıyafetlerin içinde" sözünü taa ruhumun derinlerinde hissettim.